22 Mayıs 2002 Çarşamba

CİHAT ARAL

Karşısanat Galerisi,Neş’e Erdok’un ardından,yine nitelikli bir sergi açtı:Pankart.
Duvarlarda gazete fotoğrafları,kesik yazılar;masa üstünde Vatan’ın,Cumhuriyet’in birer yıllık birikimleri.1960’ın 27 Mayıs’ında,1945’te boynuna vurulmuş boyunduruğu kırmaya girişen Türk halkına,12 Mart l971’den sonra gittikçe azıtarak gözdağı verme girişiminin acı sonuçları:her gün bir köşebaşında vurulan yazarlar,öğretim üyeleri;evlerde boğdurulan,üniversite kapılarında kurşunlanan,bıçaklanan kızlı erkekli öğrenciler,yavrularımız.
Sonra,1 Mayıs 1977’de,Taksim Alanı’nda büyük bir serinkanlılıkla sergilenen KANLI PAZAR;Kahraman Maraşlar,Sivaslar.
Neş’e’nin bugün sokaklarımızı,köşebaşlarını dolduran çiçekçi kızlarla oğlanları,akordeon çalan yavruları belgeleyişi gibi,bu sergiye katılan yorumcularımız da 40 yıldır tepemizde sergilenen oyunun kurbanlarını canlandırmışlar yapıtlarında.
Bu tüketim toplumunun cicili bicili oyuncaklarına kanmamış,satılmamış,onurlu yorumcular arasında,doğal olarak,kaçınılmaz olarak,Aral Çifti de vardı elbet.
Sonra Cihat, yakın dönem çalışmalarını Galeri Antik’te sergiledi.
Aynı arayışın,aynı toplumsal acıyı yansıtmanın ürünleri.
Cihat burada,küreselleşme’yi yalnız egemenlerin egemenliklerini genişletme,koşulsuz,pazarlıksız hâle getirme niyetinin, hani şu G 8’ler denen sülük topluluğunun dışında kalan ülkelerde yarattığı yıkımın yersiz,yurtsuz,ekmeksiz bıraktığı yığınları canlandırmayı seçmiş;sözün gerçek anlamında birer çöp gibi kaldırılıp atılmış bu insancıklar,yediden yetmişe,tüketim toplumunun artıkları arasında,üzerinde bir lokma yemek bulmaya,ayakta kalmaya çalışıyorlar.
Cihat onlara,Çöp İnsanlar,Çöp İnsanları diyor.
Adlarına uygun renklere boyanmışlar,yüzleri gözleri seçilmiyor,birer karaltıya dönüşmüşler:Çöp’ün yüzü mü olur?
Çöp İnsanları’nın yoldaşlarıysa,elbet,bir deri bir kemik köpekler;1999’da yaptığı,bir yerleşim yerinin berisindeki yeşil tepede tek başına dolanan bir kuçu var:tam bir yalnızlık sonatı.
Oysa doğanın,gördüklerini kafasındakilerle kaynaştırıp yorumlama yeteneğiyle donattığı Cihat,önce Akademi’de aldığı,sonra Fransa’da pekiştirdiği sağlam eğitimle,bu acıklı görüntüleri mi saptamalıydı?
Dağları,tepeleri,ağaçları betimleyen kimi insansız,köpeksiz kırgörünümleri var; bunlarda kullandığı renkler,açıklarla koyulara yan yana,iç içe sıralayışı,Nâzım’ın Abidin Dino’dan istediği mutluluğun resmi’ni ne kadar kolay yapabileceğini kanıtlıyor.
Cihat Aral’ın yüzünü gördünüz mü hiç?Derin çizgileri,ona benzeyen onurlu,tutarlı,ilkeli insanların çektiklerini yansıtır:tüketim toplumunca dışlanma,çoğu kez alaya alınma,giderek ekmeğinden edilme.Aslında,o da,biz de,Bedrettin Cömert gibi sokak ortasında vurulmadığına şükredelim.
Cihat,olması gerekeni yerine getirmiş,sanat yorumculuğunun yanında,toplumsal kavgadan,savaşımdan hiç kopmamış.2002’de yaptığı,birbirlerine giysi uzatan iki kadını canlandıran ışıl ışıl resme Dayanışma adını vermiş.
Yolda karşılaşmış bir kadınla bir erkeği yansıtan,aydınlık renkli resimse,Sevi.
Gece Çöpçüleri’ne bakarken,yalnız koyuların arasına serpiştirilmiş açık lekelerin tadına varmıyor;şu anki bütün olumsuz belirtilere karşın,evrenin kesintisiz sürüp giden eytişimine ayak uydurup,onun gibi,bize benzeyen insan kardeşlerimiz gibi,Nâzım’ın unutulmaz dizelerindeki umudu paylaşıyorum:
Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden,
Rahat,güzel günlere inanmak.
Nitekim,sabahın ilk ışıklarına karşı yürüttüğü iki Çöp İnsanı,bu inancı,umudu tazeliyor.
Sanırım bu Çöp İnsanları,günün birinde,onları çöp yığınlarına savuranları bile kurtaracak.
Ya da,hep birlikte,çöp yığınları arasında çırpına çırpına can vereceğiz!

8 Mayıs 2002 Çarşamba

NEŞ’E ERDOK

Cihat Burak,Simurg dizisinin kendisine ayrılan bölümünde:”resmin anası da,babası da karakalem çizimdir” diyordu.
Neş’e Erdok bunun en somut,coşturucu örneklerinden biridir.
Karşısanat Galerisi’ndeki odaları dolduran resimlerin hatırı sayılır bir bölümü karakalem çalışmalara ayrılmıştı.Ve işin en güzel yanı,kimi büyük,renkli resimlerin yanına karakalem çizim de konmuştu:böylece resimseverler,ilk taslakla bitmiş resim arasındaki ilişkiyi,evrimi kolayca görebiliyorlardı.
Neş’e ister Esma,Nesrin,Ali Kemâl gibi belli bir insanı,ister toplulukları betimlesin,hem resimlediği kişinin bireysel özelliklerini yalın ama çarpıcı çizgi ve renklerle yansıtmayı,hem de onlara imgeleminin zenginliklerini katmayı başarıyor.
Ustası,çoğu kez,artık aralarında yaşamadığı köy ya da gecekondu insanlarının anlatırdı;Neş’e,dolaysız çevresinden,her gün aralarında yaşadığı insanlardan seçiyor kişilerini.
Küresel soygundan ötürü,bir süredir sokaklarımızı,caddelerimizi süsleyen akordeoncu kızlarla oğlanlar önemli bir yer tutuyor bu kez gözlemleyip resimledikleri arasında.O güzelim varlıkların,kızlarla oğlanların yüzlerinde,gözlerinde,Neş’e’nin kendi soylu,onurlu kederi var hep.Onları betimlerken kullandığı renklerin uyumunu tadabilmeniz için sergiyi birkaç kez gezmiş ya da kataloğu edinip uzun uzun,ince ince bakmanız gerekir.
Kızıltoprak’taki Çiçekçi Kadın’da bir küme insan,küçükler büyükler,köpekler var;kişilerin,hayvanların yerleştirilişi.renkleri kusursuz;kusur ne demek? tam anlamıyla haz verici,coşturucu!
Bütün soylu insanlar gibi,kimseyi bulamazsa,kendini çiziyor;ya da üzerinde çalıştığı insanla birlikte kendini de koyuyor resmine; ressam ve modeli ya da modelleri adlı çalışmalar,benim öteden beri inandığım bir ilkeye uygun:sanatta dışardan eleştiri geçerli değildir,yapılması gereken özeleştiri’dir.
Neş’e bunu eksiksiz yerine getirmiş,getiriyor:kendine bakarken n küçük bir kayırma yok;aynı sevecen,ince alaylı,kederli bakış yürürlükte.Bu da insana başka bir haz veriyor doğrusu.
Aynı gerçekçi,ödünsüz,ama sevecen bakış yaşlı kadınları betimleyen resimlerinde de geçerli;yaşlanmanın,usul usul çöküşün bütün acılarını yakalayıp yansıtmış.
Adahan Oteli’ndeyse,sanırım,yaşadığı somut yerlerden yola çıkarak düşlerindeki yumuşak.masalsı dünyaya götürüyor bizi.
Sergiyi gezip çıkarken,Bilim-Sanat Galerisi’nin 1997’de bastığı kitabını armağan etti bana.
Burada da yine kendi resimleri,yakın dostlarının ya da okumalarının yarattığı izlenimlerin,sevip saydığı sanat-düşün insanlarının yansımaları var;Gölköy’de geçirdiği yaz dinlencelerinden unutulmaz görüntüler kalmış.Son sergisindeki akordeoncu kızlarla oğlanların yerini,kitapta,gece ya da gündüz karşıya geçerken bindiği gemilerdeki sıradan insanlarımızın görüntüleri almış.Gece Vapuru,İstasyonda Sabah gibi resimleri görmeniz,yine ince ince,uzun uzun incelemeniz gerekirdi.
Sanırım tren yolculuklarından birinin yol açtığı Ağbi Gayzte’deki çocuk,çevresindekiler,sözün gerçek anlamında sessiz,sözsüz bir çığlık!
Neş’e,doğrusu,bu kavramı ülkemize ve insanlığa armağan etmiş olan Büyük Usta Nâzım’a çok yakışır biçimde,resimle sürdürüyor “yurdumdan insan görünümleri”ni.
Yerli yerinde kullanılan bir yetenek,bir duyarlılık!
Ne mutlu önce Neş’e’ye,sonra bize!
Sırası gelmişken,kocaman bir alkış da Bilim-Sanat Galerisi’ni ve yayınlarını yaratıp yaşatan Leylâ-Nevzat Metin çiftine.
Ekrem Kahraman’ın AKM’deki sergisine gittiğimde,masanın üstüne bir baktım,gözüme inanamadım:bilmem kaç kitap duruyor önümde! Her biri bir yorumcuya ayrılmış,özenli,yetkin.Ne kadar önemli,nasıl değerli!
Yaşasın ömrümüzü renklendirenler!