16 Mayıs 2007 Çarşamba

HAVANA’DA 1 MAYIS

Emekçi Bayramı’nı, geçen yıl Küba’da yaşamak istemiş, ama zamanında yer ayırtamadığımız için başaramamış, ancak bir hafta sonra gidebilmiştik. Bu yıl vaktinde davrandık, 25 Nisan’da oradaydık
1 Mayıs sabahı saat altıda uyandım, İspanyolca anlayamasam da hemen televizyonu açtım; ortalık karanlıktı, ama bütün sokaklar cıvıl cıvıl insan doluydu; kırmızı gömleklerini giymiş, ellerinde çeşitli bez ya da kartonlar taşıyan her yaştan Kübalı heyecanla anlatıyordu. Saat 7’de Sevil’i, Nilgün’ü ve Sevgi’yi kaldırdım, 8’de otobüse binip Devrim Alanı’na yollandık; yerli kılavuzumuz Yuri Nápoles başından uyarmıştı, araçla alana gidemeyecek, bir yerden sonra yürüyecektik.
Küresel ısınma etkisini göstermişti, hava geçen yıla oranla 5-6 derece daha sıcaktı, o yüzden , kılavuzumuzun kestirimine göre akşam 5’e dek sürebilecek kutlamayı göze alamayıp konukevine döndüm, televizyonun başına geçtim; ama Nilgün’le Sevgi fotoğraf, Sevil de videoyu alıp kalabalığa daldılar.
Küba’ya giderken, gittikçe iyileşen Fidel Castro’nun belki şenliğe katılacağını umuyorduk; öyle olamadı, kardeşi Raul geldi Kübalı ve dünyalı emekçileri selamlamaya. Kübalılar ölçüyü, tutarlılığı çoktan bulup yürürlüğe koymuşlar: Devrimin ikinci adamı, abisinin yerine konuşmadı, 75 yaşında, dimdik kürsüde durmakla yetindi.
Bu yıl iki ana izlek seçilmişti şenliğe: Miami’ye göçmüş Kübalıların ABD’nin güdümünde yürüttükleri yıkıcı eylemleri araştırmak üzere bu ülkeye gelen 5 Yurtsever’in salıverilmesi ve Fidel Castro’ya yönelik 638 öldürme girişiminin çoğunda yer almış azılı kıyımcı Dr. Posada’nın yargıç önüne çıkartılıp yargılanması çağrısı.
Elimizdeki 5-6 belgeselde 1 Mayıs’larda ya da başka açıkhava toplantılarında Devrim Alanı’nın ve Havana sokaklarının nasıl insan kaynadığını görmüştük elbet; ama buna canlı katılmak başka bir şey! Toplumcu ülküyü yürürlüğe koyup 50 yıllık amansız ABD kuşatmasına karşın insanlarına yaşama sevinci, gönüllü eşitlik sağlayabilmiş Fidel ve arkadaşları, sözün gerçek anlamında şu acımasız amansız anamalcı soygun dünyasında olanaksızı başarmışlar. Ürünlerini diledikleri gibi satamayan, istediklerini alamayan Kübalılar, bin bir kısıtlama içinde, örneğin kendi bilgisayarlarını yapmayı becermiş, en uzak köye bile sağlığı da, çağdaş bilimsel eğitimi de götürmeyi başarmışlar; o yüzden, Devrim Alanı’nda yaşlı bir Kübalı Sevgi Tanın’a sokulup: Yaşasın Mustafa Kemâl diye bağırabildi.
Küba gezimizin son günü öğleden sonrası boştu, bizim kızlar Havana’ya dolaşmaya indi, ben yine konukevinde kaldım; bir ara, kapının önüne bağırıp çağırmadan bir cankurtaran yanaştı, içinden beyaz gömlekli 4-5 kişi indi, ellerinde çanta, sedye; belli ki biri hastalanmıştı; asansörle belki 6. kata çıktılar, yarım saat sonra indiler, sanırım hastayı odasında iyileştirmişlerdi. Hemen yanımdaki masaya oturdular, konukevindeki yöneticilerden hanım da kâğıtlarıyla yanlarına. O arada, sabahtan beri döşemeyi ya da masaları, orayı burayı silip temizleyen hanım da gidip geliyor; herkes birbiriyle en küçük bir astlık-üstlük belirtisi göstermeden konuşuyor, dahası öpüşüyor. Yanlarında duran hekim çantasını ya da sedyeyi kim yakınsa kapıp götürüyor. Çünkü temel hizmetler paylaşıldıktan sonra, Fidel ayda 30 dolar alıyorsa, o temizlikçi kadın da 20 alıyor.
*
Küba’ya giderken aklımız yurdumuzdaydı elbet; Büyükanıt’la Sezer’in yerinde uyarılarından sonra, 14 Nisan’da Tandoğan’ı dolduran yığınlar, 29 Nisan’da Çağlayan’ı da al bayraklarla donatacak mıydı? Cumhurbaşkanlığı seçimi nasıl sonuçlanacaktı? Kısıtlı haber alma olanaklarına karşın, öncelikle cep telefonu aracılığıyla, 27 Nisan’daki Genelkurmay Başkanlığı uyarısını da, Çağlayan coşkusunu da, ilk seçimde 367’nin bulunmadığını öğrenebildik
Ancak, yurdumun tepesindeki büyük tehlike sürüyor: içlerinde onca hukukçu bulunmasına karşın, CHP Kanadoğlu’nun uyarısına aldırmayıp erken seçim kararına katıldı; şimdi, varımız yoğumuz satılırken, son anda başka bir oyunla Cumhuriyetimizin temeline dinamit koyup başkanlık dizgesine geçişi sağlayacak Anayasa değişikliği bir çırpıda 374 oyla kabul edilirken, topluma umut diye elde edecekleri koltuklardan başka bir şey düşünmeyen DSP ile CHP’nin birleşmesi sunuluyor!
Alanları dolduran milyonlar asıl tehliken ayrımında, ABD’ye, AB’ye ve bütün uzantılarına hayır, yeniden tam bağımsız Türkiye diye haykırırken, kürsüden bağıranlar, gazeteler, televizyonlar yurdumuzun bu duruma düşürülmesine, varımızın yoğumuzun talan edilmesine izin veren yasaların çoğunu onaylayıp yürürlüğe koymuş iki partinin, CHP ile DSP’nin yalancıktan da olsa birleşmesini umut diye göstermeyi sürdürüyor.
Türkiye en az 4 milyon kişi artmış; ama bunlar seçmen olarak kütüklerde gözükmüyor. Bir de seçimi 22 Temmuz’da, yaz sıcağında yapacaklar.
Bakalım bütün bu çirkin oyunların altından yurdumuzu esenliğe götürecek bir sonuç çıkarabilecek miyiz?