18 Nisan 2007 Çarşamba

İŞGÂL ÖRGÜTLERİ: CİA-NATO-AB”

AsyaŞafak yayınları, Erol Bilbilik’in yeni kitabını bu adla bastı; adından anlaşılacağı üzere, cicili bicili “küreselleşme”, “özgürleştirme”, “demokrasi getirme” sözlerinin ardına gizlenen bir avuç gözü dönmüş Batılı katilin hastalıklı kafalardan binlerce yıldır çıkmayan, çıkmasına izin verilmeyen “”bütün dünyaya egemen olma” düşlerini hangi örgütler aracılığıyla gerçekleştirmeye çalıştıklarını, dolayısıyla bütün dünyayı allak bullak edip kana buladıklarını anlatıyor. Kitaptan birkaç satırı birlikte okuyalım:
“Küreselleşmenin Gelecek Haritası 2005 Raporu, aynı yıl Başkan Bush’a sunulmuştur.
CİA’ düşünce kuruluşu Ulusal İstihbarat Konseyi’nin 2020 yılında dünyanın nasıl olacağını öngören senaryoları içeren bir rapor hazırlamıştır.
ABD, 11 Eylül 2001 saldırısının ardından Savunma Stratejisi Belgesi’nin yenilemiş, yeni belge 18 Mart 2005’te, Savunma Bakanı Rumsfeld’in imzasıyla yayınlanmıştır.
Belge şu temel esasları içermektedir:
1- ABD şu anda bir savaş içindedir. Her ulustan önce kendini korumak zorundadır. ABD Anayasası’nın gereği de budur.
2- ABD’nin egemenliği dünyadaki bütün ulusların egemenliğinin üstündedir. ABD dünyanın en egemen gücüdür.
Bu nedenle;
* Avrupa, Ortadoğu, Doğu, Orta ve Kuzey Asya’da kendisine rakip eşdeğerde bir gücün oluşmasına kesinlikle izin vermeyecektir.
*Dünyada hiçbir güç, ABD’nin küresel hareket yeteneğini karada, denizde, havada ve sanal uzayda engelleyemeyecektir.
* Tehlikeler oluşmadan, daha gelişme aşamasında saptanacak ve ABD, NATO, BM Güvenlik Konseyi gibi kuruluşlara bağlı kalmaksızın, tek başına alacağı kararla, ‘Önleyici Vuruş’la bu tehlikeleri ortadan kaldıracaktır.
3- ABD ulusal güvenlik sorunların çözmek için öbür uluslarla işbirliği yapacak, ancak bu ülkeler aşağıdaki 7 temel ölçüte kesinlikle uyacaktır:
* ABD’nin üst egemenliğine bağlı olma koşuluyla ulus devletlerin güçlendirilmesi;
* Demokrasinin yerleştirilmesi;
* Serbest piyasa ile rekabetçi pazarın korunması;
* ABD’nin hareket yeteneğinin hiçbir yerde engellenmemesi;
* Dünyanın önemli bölgelerinde egemenlik kurmaya kalkışılmaması;
* ABD’nin uluslar arası yükümlülüklerinin yerine getirilmesinin maliyetini yükseltici girişimlerde bulunulmaması.”
Bu kadarı bile, bütün dünyayı amansızca sömürmeye alışmış Batıl anamalcılar arasında tartışmasız imparator olmaya özenen ABD’nin niyetini de, başvuracağı yöntemleri de açıkça gözler önüne seriyor. Tamam seriyor elbet, ama bu akıldışı, doğadışı tasarının kurbanı olacak ülke ve uluslar neden buna karşı çıkmıyor, varlıklarını korumak üzere gereken tepkiyi göstermiyor, gösteremiyor?
Bunun nedenlerini daha başka henüz satılmamış, sapıtmamış gerçek yurt, insanseverlerin yanında, sevgili Erol Manisalı¸ hem de bu gazetede, yıllardır yılmadan haftada iki kez yazıyor; Irak ya da Afganistan’daki gibi doğrudan silahlı güce bile gerek kalmaksızın, şu ünlü sivil toplum örgütleri aracılığıyla, yerli suçortaklarının işbirliğiyle ülkemizin nasıl paramparça edilip ele geçirilmek istendiği anlatıyor. Ama ne yazık ki, bütün bu oyunların görülmemesi için, basılı ve görsel iletişim araçlarıyla 24 saat beyinler yıkanıyor
Neyse ki, doğanın, evrenin temel yasası, etkiye-tepki kesintisiz işliyor; tek tek bireylerin ömürleri açısından uzun, ama toplumsal tarih açısından kısa sürelerde, alınan bütün önlemlere karşın uyanış engellenemiyor.
14 Nisan’da, Ankara’da, Tandoğan alanında, oraya açılan bütün yollarda, Anıtkabir’de toplanan yurdumun soylu, bilinçli insanları, Ataları’na yakışan varlıklar olduklarını göstermek üzere, sevgili Erol Bilbilik’in andığı bütün o “işgâl örgütleri” ne ve uzantılarına, gözlerini kırpmadan karşı çıktıklarını dünyaya haykırmışlardır!
Ne mutlu, Türküm diyene!
Cumhuriyet, 18.4.2007

4 Nisan 2007 Çarşamba

ATATÜRK’ÜN YÜCELİĞİ

İlk bilgi sevgili Mahiye Morgül’den geldi: Avustralya’da yaşayan toplum ve insanbilimci Cânan Ateşçi vermiş haberi:
“Sydney Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde türeyim gözeleri (genler) konusunda çalışan Prof Dr. Smith Brown, yerli halk Aboricinler üzerinde yaptıkları uzun inceleme ve araştırmaların sonunda, onlarla Türklerin türeyim gözelerinin %99 oranında aynı olduğunu ortaya çıkarmışlar; üstelik bu sonuca varmazdan önce, adaya yakın bütün halkları, Hintlileri, Çinlileri, Japonları, Arapları incelemişler. 40 000 yıldır hemen hemen hiç değişmeden yaşayagelmiş Aboricinlerle Türklerin ataları aynı.
Kimi bilim adamları ve tarihçilere göre, bu araştırmanın sonuçları insanlığın uzak tarihine ışık tutmakta, hem de devrim yaratacak nitelikte. Çünkü 1930’da Atatürk’ün öne sürdüğü Türk Tarih Kuramı’nı doğruluyor.”
Bu haberi işin uzmanı Halûk Tarcan’a duyurdum hemen, ondan gelen yanıt da şöyle:
“Güneş balçıkla sıvanmaz!
Kâzım Mirşan’ın haklı olduğu bir kere daha, hem de Batılı araştırmacıların elde sonuçla ortaya çıkmıştır.
1- Mirşan’ın ALTI YARIQ TİGİN adlı kitabının 10 sayfasında Avustralya’da Kimberley’de bulunmuş, KİMBERLEY adı verilmiş yazının Ön-Türkçe olduğu belirtilir, Mirşan bu yazıyı ELİS ESİS OZ diye okumuştur.
Mirşan, yazı konusunda şu bilgiyi verir: ‘…1605 yılında Hollandalılar Avustralya’nın Kuzeybatı kıyılarına çıktıklarında, karşılarında sahipsiz bir kara ve ilkel bir halk buldular. Bu halkın kültürünü İ.Ö. 14 000’e kadar götürebildiler; halk meyve toplayıcı ve avcıydı. Ama şaşılacak şey, bu ilkel(?!) halkın bir yazısı vardı; KİMBERLEY mağaralarına yazılı resimler yapmışlardı; bir uzayadamına benzeyen resmin altında ETRÜSKÇE’de, ÖN-TÜRKÇE’de, ÖN-YUNANCA’da (yâni yine Ön-Türkçe’de), ÖN-MISIRCA’daki harflerle yukarıda andığımız ELİS ESİS OZ tümcesi vardır. Bunun anlamı: KİŞİ OLARAK GÖĞE GEÇME 'dir…’
Uzayadamına benzeyen resim herhalde ‘göğe geçme’ kavramının resmi olarak tasarlanmıştır olsa gerektir…’
2- Bana, 10 yıl kadar önce, Paris’teki adresime, Kültür Ateşeliğimiz’in yönlendirmesiyle Avustralyalı bir araştırmacı gelmiş, Avustralya kıtasının Asya’ya bağlı olduğu dönemde, Türklerin buraya geçmiş olduklarını düşündüklerini söyleyip işbirliği yapmayı önermişti. O günlerde ağır bir göz ameliyatı olacağımdan, endişeler içinde bu öneriyi değerlendirememiş, unutmuştum.
Bugün bur gerçek, Avustralyalı araştırmacıların DNA kıyaslamasıyla ortaya çıkmıştır.
3- Bir büyük gerçek daha var: Dünya tarihini incelemiş, bu konuda 2 000’den fazla kitap okumuş Atatürk ‘ANAYURT VE TÜRK TARİH SAVI’nı öne sürmüştü; bulgular, Atatürk’ün savının doğruluğunu ve Büyük Önder’in üstünyeteneğini kanıtlamaktadır.
Batı’nın bize biçip kaleme aldığı ‘resmi tarihe’ inanmaya devam edecek miyiz?”
Evet, sözün bütün anlamlarında Büyük o insanın elinde ne Kâzım Mirşan okuyup çözdüğü metinler var, ne burada sözü edilen bulgular; ama tıpkı tarihteki benzerleri gibi, kendine, yaşadığı yerküreye, evrene bizim güzelim deyişimizle Can gözüyle bakmayı bildiği ve hiçbir anlık, bireysel çıkar uğruna gördüğünü saklamadığı için, pırıl pırıl dile getirmiş.
Aslında gerçekten şaşırtıcı başarılarla dolu bir tarihsel ve toplumsal evrimin sonunda, insan denen memeli bugün öyle bir yere geldi ki, bir avuç doğal doyumdan yoksun acımasız vebalının sanal istekleri uğruna canlı cansız bütün varlıklarıyla şu güzelim mavi gezegeni evrensel zamanından çokkkk önce sonsuzluğa yollama tehlikesiyle karşı karşıyayız!
Ve ne acıdır, öncelikle parasal gücü, dolayısıyla karar verme, verdikleri kararları sınırsız iletişim araçlarıyla insan kardeşlerine yutturma olanağını ellerinde bulunduranlar gerçek kurtarıcılarına, Mustafa Kemâl Atatürk’e adını bile belleklerden silmek üzere düşmanlar!
Bakalım bu ölüm kalım satrancı nasıl bitecek?



Cumhuriyet, 4 Nisan 2007