19 Mayıs 2004 Çarşamba

“AKBABA”NIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Akbaba,1970’lerde ABD’nin o zamanki Dışişleri Bakanı Kissinger başkanlığında,Güney Amerika’dan başlayıp bütün yoldan çıkan(?) ulus ve devletleri yola getirmek üzere oluşturduğu tasarının adı.
Güney Amerikalı,zaten Kuzey Amerika’da eğitilip biçimlendirilmiş üst rütbeli generallerle işbirliği yapılarak,başta Allende,bütün halkçı,solcu,devrimci önderler temizlenecek;yerleşik soygun düzenine karşı çıkan,çıkacak olan herkes izlenip fişlenecek;bu konuda tam bir uluslar arası işbirliği ve eşgüdüm sağlanacak;taslağı yapanlara göre gizli ve zararlı örgütlerin çökertilmesi için sorgulama sırasında en etkili yöntem,işkence kullanılacak.
Öyle de yapılıyor;hani şu doğuştan iyi,iyilikçi,sevgi dolu olduğu söylenen insan doğası sözün gerçek anlamında harikalar yaratıyor:birey,kendine özgü incelikler,ustalıklar bulup uyguluyor;belirli aralıklarla toplanıp deneyimler birbirine aktarılıyor.
Fransa’nın Lyon kentinde,uluslar arası güvenlik güçleri için bir merkez açılıyor;dünyadaki bütün tehlikeli kişiler için bir dosya açılıyor,izleme,dinleme birimleri oluşturuluyor;böylece,sözkonusu kişiler dünya çapında izleniyor,gerektiğinde o merkezden verilen buyrukla temizleniyor.
Film Şenliği’nde izlediğim belgeselin bir yerinde,o günlerde görev almış,şimdi belli ki emekli olmuş,güle oynaya köşesinde yaşayan kısa boyla,kırmızı yüzlü tombul adam hiç çekinmeden,yüzünü gizlemeye gerek görmeden,alıcıya insanları nasıl konuşturduğunu;konuşmayanları eliyle nasıl geberttiğini anlatıyordu:başına naylon geçiren bir süre sonra havasız kalıyor,yüzü kızarıyor,önce güzü dışarı fırlıyor,sonra gözlerinden kan fışkırıyor falan.Başı suya daldıran kişiyse debeleniyor,soluk almaya çabalıyor;sonunda kıçıyla soluk almaya başlayınca anlayın ki cızlamı çekiyor diyordu cellat gülerek.
Sevgili Uğur Mumcu Nato’ya bağlı Gladio’nun bizdeki ve öbür ülkelerdeki dümenlerine az değinmemişti.
Rastlantıya bakın,aynı günlerde Şenlik dışında da övüle övüle bir film gösterilmeye başlandı:Yüz Yılın İtirafları:Bilmem hangi yarışmada en iyi belgesel ödülünü de vermişler.
Yine bir ABD Dışişleri Bakanı, Mc Namara,85 yaşında,Kennedy döneminden başlayarak unutulmaz 1962 Küba füze bunalımı sırasında,8 yıllık Vietnam savaşı boyunca neler yaptığını anlattı güle eğlene.
2.Dünya Savaşı sırasında Avrupa’da buyruğunda çalıştığı,adını belleyip yazmam gerekmeyen tıknaz bir generalden sıkça özetti;general sözün gerçek anlamında acımasız bir kasap;ona bırakılsa,Küba’ya daha ilk anda birkaç atom sallayacakmış.
Ama Mc Namara,kendisinin ve Kennedy’nin ne kadar barış ve insansever olduklarını sık sık vurguladı:bu insanseverin en büyük işi ve becerisi ne biliyor musunuz? oturup en ince hesaplarla en az giderle en çok düşmanın nasıl yok edilebileceğini çıkarmak.
Vietnam Savaşı sırasında kullanılan portakal gazı – efendimiz çok iyi anımsamıyor,ama görevi gereği belli ki onu imzasıyla kullanma sokulmuş_sözümona yalnız ağaçların yapraklarını dökecek,insanlara zerre kadar zarar vermeyecekmiş!
Sonraa,tam o Kennedy’yi ABD’nin artık Vietnam’dan çekilmesine razı edecekken birileri çıkıp başkanı vurmasın mı?Yerine geçen Johnson ne yazık ki o kadar barışsever değil;yukarıda andığım Genelkurmay Başkanı’yla el ele verip savaşı daha da yaymış,taş taş üstünde bırakmamış, yine de yenilmişler! Olsun,erkekçe,onurlarıyla,vuruşa vuruşa çekilmişler!
Akbaba’da,2000’li yıllarda,yapılmış onca düzmece seçimden,dahası yargılamalardan,kimi devlet başkanı generallerin,yardımcılarının çeşitli uygulanmayan cezalara çırptırılmalarından sonra,yine beklenmedik bir anda gözaltına alınıp işkenceden geçirilmiş bir insanı gösterdiler son anlarda.
Nitekim,11 Eylül’de,Amerika,Ortadoğu ve Orta Asya’ya dilediği an dilediği gibi elini kolunu sallayarak girebilsin diye kedi ikiz kulelerini yıktıktan sonra,araştırma yarkurulunun başına deneyimli karıştırıcı Kissinger’ı atıyor W.
Ve bütün bu rezillikler yapılır,sürdürülürken,dillerden düşmeyen tek bir gerekçe var:ulusal çıkarlar.
Hani şu Batı Uygarlığının temel taşı olduğu öne sürülen insanın küresel çıkarları’ndan,canlı cansız bütün varlıkların tartışılmaz,geri alınmaz evrensel çıkarları’ndansa hiç ses yok.
ÖYLEYSE,DAHA UZUN SÜRE BÜYÜK ACILAR ÇEKECEĞİMİZE DE KUŞKU YOK!

Cumhuriyet, 19 Mayıs 2004

5 Mayıs 2004 Çarşamba

“GÜNAYDIN GECE”

Rastlantı bu ya, bu yılki Film Şenliği’nde iki Marco,Ferreri ile Bellochio biraradaydı;ama bakmayın adaş olduklarına,aralarında Himalaya var.
Çok gözde,elüstünde olan Ferreri’nin bütün hüneri,Büyük Tıkınma gibi,sözümona kentlileri eleştiren;insanların film boyunca pişirip pişirip yemek yedikleri,sonunda çatladıkları kıçyapıtlar döktürmektir.
Bellochio, İtalyanca güzel göz demek;Marco’nu gözleri gerçekten güzel mi,bilmiyorum;ama cangözünün olağanüstü olduğuna kuşku yok:filmlerinin öykülerini kendisi tek başına ya da birileriyle yazıyor,kendisi çekiyor,daha önceki büyük ustaları Chaplin,Welles,Fellini,Vizconti,Ermano Olmi falan gibi.
Düşünsel-siyasal geçmişimizle ilgilenenler anımsayacaktır,İtalya’nın ünlü tutucu siyasetçilerinden Aldo Moro, kendilerini işçi sınıfının temsilcisi-sözcüsü sayan Kıpkızıl Tugaylar tarafından kaçırılmış;bir süre saklanmış,sonra öldürülüp bir arabanın yüklüğünde ortalığa bırakılmıştı.
Film bunu anlatıyor;üç oğlan bir kız,bahçe katında bir daireyi tutup Moro’yu kaçırıyor,getirip oraya tıkıyor.
Sonra acıklı güldürü başlıyor:işçi sınıfı adına yargılamaya başlıyorlar bu “tek dişi kalmış siyasetçi”yi;hesapları,toplumsal düzende ağırlığı olduğunu sandıkları bu yaşlı adamı verecek,yandaşlarından zindana tıkılmışları kurtaracak;ayrıca,egemen sınıfı pazarlığa zorlayarak düşünsel-tinsel bir utku kazanacaklar.
Ama hesaplar çarşıya hiç uymuyor:Ne Hıristiyan Demokrat Parti yanaşıyor pazarlığa,ne Tanrı’nın yüce elçisi Papa.
Bunun üzerine, mantık için mantık,kendi içinde tutarlı olmak üzere,daracık bir bölmede,kafalara kar maskeleri geçirip kan ter içinde kalarak,pijamalı da olsa,ayakta ölüm kararını okuyor tutuklunun yüzüne.
Bellochio,sizi gerçekten ışıtan,dolayısıyla mutlu eden bütün büyük ustalar gibi,kendini,insanı en geniş,en derin biçimde tanıyor;ve daha da önemlisi,dürüst,özü-sözü bir:bu devrim çıraklarını en sıradan,en olağan halleriyle betimliyor.
Genç kız,bir kitaplıkta çalışıyor;son derece yakışıklı bir çalışma arkadaşı var;şiirler,öyküler,çekimöyküleri yazıyor;nitekim filme adını veren film öyküsünü,Günaydın Gece’yi o yazmış;kız da,karışıklık içinde,alıp hücre evine getirmiş.
Oğlan kıza baygın,çevresinde dolanıyor;devrim mevrim,doğa işlevlerini sürdürüyor;çevreye de çok aykırı gözükmeme bahanesiyle,bir Pazar kır evine,yemeğe gidiyorlar birlikte.
Kızımız kıpkızıl ya,oğlan ve çevresi de açık kızıl,ortaklaşmacı;ve Bellochio burada,bütün dünya devrimciliğinin en zayıf,en çocuksu yanını gösterme fırsatını kaçırmıyor:hep birlikte en inançlı,en gür sesleriyle söylüyorlar devrimci şarkılarını.
Onlar böyle ciğerlerini paralarken,yerleşik düzenciler,365 gün,24 saat, her saniye,şu yemek için yaşatma cenderesinin sürdürülebilmesi için akıllarına gelen bütün önlemleri alıyorlar.
Canımın içi Bellochio, ayrıntılardaki inceliği bir an bile elden bırakmamış film boyunca:bizim kıpkızıl kız yakalanmamak için seğirtirken,merdiven dolusu jandarma,ona hoşgörü dersleri vermeye çalışan bebek yüzlü delikanlıyı tutuklayıp götürüyor.
En çarpıcı sahnelerden,sözlerden biri de,Moro’nun yargıç-celladına şunları söylediği an:beni ve dinimi eleştiriyorsunuz,ama sizin de bir dininiz var:benimsediğiniz şu öğreti,ve o benim dinimden daha acımasız.
Filmin sonu,gerçek bir insanlık dersi.
Ama bugün sağlı sollu bağnazlıktan uzak durmaya çalışıyorsanız,hapı yuttunuz demektir:sözün tam anlamıyla dışlanırsınız.
İtalya görmüşlerin aktardığına göre,film orada hiç beğenilmemiş,alabildiğine eleştirilmiş;eh,burada da,o akşam,hemen hemen boş bir salonda izledik.
Bunuel,Scola,Fellini,Olmi gibi,Bellochio da kaç yıldır film çekmiyordu;birilerini razı edebildiğinde,yalnız böyle bir yapıta imza atıyor.
Sonsuz saygı.

Cumhuriyet, 5 Mayıs 2004