26 Şubat 2003 Çarşamba

COSTA GAVRAS’IN UCUZ MASALI

Sinematek yaşarken bir film gösterilmişti:Sıradan Faşizm. Filmi, Rusya’ya saldırdıktan sonra sonunda yenik düşen Alman subay ve erleri kendileri çekmişler; geçtikleri yerlerde insanlara neler ettiklerini belgelemişler- dönünce eşleriyle birlikte izleyip otuzbir çekeceklerdi besbelli -, bunları Ruslar birleştirip film yapmışlardı.
Elbet çor çarpıcı, yürek paralayıcıydı; ama çok da öğreticiydi: herkes, hepimiz zorba, buyurgan olabilirdik, daha doğrusu şu anda öyleydik.
Bu belgeselin ikinci yarısı, Sibirya’daki sürgün yerlerinde, toplama kamplarında yaşananlar ne yazık ki çekilip gösterilmedi; onların çarpık, tek yanlı anlatımı Hıristiyan yobazı Soljenitsin’e düştü. Asıl suçlu ve sorumlu Batılı sömürgecilerin ağızlarının suyu aksın diye.
Ama Hitler’in yurttaşı baka bir Avusturya’lı, Wilhelm Reich, daha 1930’larda, olup biteni de, olacakları da göstermişti Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı’nda.
Yalnız o gün de, bugün de, sevi yetenekleri daha ana karnında, baba tohumunda bile bile köreltilmiş can gözü kapalı varlıklar ne o kitabı okuyabilirdi, ne uygulayabilirdi; bugün de hala aynı derecede iğdiş hepsi.
Costa Gavras da okuyamamış, kazara eline geçtiyse bile, hiç anlayamamış, anlayamayacaklardan biri besbelli.
İşe en ucuz yerinden girişmiş; nasılsa on bin yıllık ataerkil zorbalık akışı içinde en kolay , onaylanmış, izin belgeli bir hedef var, alır silahı oraya ateş edersin; hem yürekler paralanır, hem cepler.
Film Schindler’in Dizelgesi’nin ya da Primo Levi’nin unutulmaz, unutulmaması gereken yaşamöyküsünün tırnağı bile olamıyor.
Çünkü temel alınan kitap doğruyu söylememiş: efendim, sözümona dürüst, hem de aykırı (protestan) da olsa Tanrı’ya inanan bir kimyacı, bütün öbür gözünü seve seve kapatmış yurttaşları gibi, zararlı böcekleri (!) yokedecek ilaç üretiminin başında; tifoyla tifüsle savaştığına yürekten inanıyor.
Ancak talihsizliğe bakın, günün birinde tifo tifüs mikroplarının değil, başka böceklerin, Yahudilerin, Çingenelerin,kısacası Ari olmayan herkesin zehirlenmesine, hızına alamayıp sabun yapılmasına yaradığını öğreniyor.

Bizim iyiniyetli ama çaresiz kimyacı, sağa koşuyor, sola koşuyor, sonunda Papa’nın Almanya’daki temsilcisine gidiyor, bir SS subayı olarak bilip gördüklerini anlatmaya kalkıyor, adam bu kaçığı hemen kovduruyor.
Ancak, bütün canlar çıkmadan umut kesilmez: küçük görevlilerden biri anlattıklarını işitiyor, inanıyor, düşürdüğü kartını alıp evine geliyor, el ele veriyorlar.
Ah, ah! bütün bunları anlı şanlı Papa Hazretleri bir bilse, n’apar o Hitler’i!
Filmin büyükçe bir bölümü bir yandan İtalyan çömezin, öte yandan insansever kimyacının çırpınmalarıyla geçiyor. Yaşasın!filmi bitirip üne ve paracıklara kavuşma zamanı yaklaştı.

Ne yapılır? Olsa olsa temiz yüzlü çömezi harcarsın! Kitabın yazarıyla Costa da öyle yapıyorlar. Çömez, göğsüne bir Yahudi yıldızı dikip kendini toplama kampı trenine bindirtiyor.
Ama filmi burada bitiremezsiniz; hadi bakalım kimyacı iş başına: Himler’in yerine izin belgesi imzalayıp taa toplama kampına geliyor, çömezi kurtaracak; ama al sana bir gözyaşı daha! Çömez gönüllü ölüme gidiyor. Yıldızlı kara cübbesi öbür giysilerin arasından bulunup gösteriliyor; tıpkı kapıları kapalı gidip boşluğunu göstermek üzere açık dönen trenler gibi.
Neyse, uzatmayayım!
Hitler, hâlâ onurla basılıp satılan ünlü başyapıtı Kavgam’da yapacaklarını en ince ayrıntılarıyla anlatmıştı; Papa’nın da, ABD’nin de, Sovyetler Birliği’nin de, kısacası herkesin de her şeyden haberi vardı: tıpkı şimdi İrak saldırısı öncesindeki gibi; ama herkes, kargaşada bize de pay düşer diye hesaplıyor.
Burada asıl terslik, kullanmayı sürdürdüğümüz kavram ve terimlerde.
Bilimin son buluşlarına göre, matematik ve güdümbilim (sibernetik) den ödünçalınan bir kavramdan kimsenin haberi yok, olmaması için de bütün önlemler alınıyor.
10 000 yıldır alıştırıldığımız soyut kavramların yerini bütün aldı; ana bütün evrenin kendisi; doğal olarak sayısız altbütün var: gökadalar, yıldızlar, gezegenler, onların arasında dünya, dünyanın üzerinde de iki temel altbütün: canlılar, cansızlar.

Almanya’nın ya da bilmem kimin çıkarları yok: canlıların, dahası, öbür yarıya sımsıkı bağlı olduklarına göre, cansızların çıkarları var; ya da öyle olması gerek!
Bu pencereden bakınca, Gavras’ın filmi de, bütün öbürleri gibi, korkunç bir sömürgeci masalı.
Oysa, şu ya da ulus için değil, canlılarının barındıkları altbütün için, belki dünya denen altbütün için, artık örneğin Erol Manisalı, Arslan Başer Kafaoğlu, Doğu Perinçek gibi,
artık Kral’ın çıplak olduğunu söylemekle yetinmeme, Bütün Kral ya da kralcıkların azılı birer katil olduklarını bıkıp usanmadan yineleme zamanı!
Dilerim pişman olmaya vaktimiz kalır!