21 Mart 2007 Çarşamba

BATI’NIN KAPKARA YÜZÜ

Biliyorsunuz, “en zor şey, gözünün önündekini görmek”, “çok daha zoru da gördüğünü korkmadan söyleyebilmek” bugün.
Çok sevgili Rauf Denktaş başkanlığındaki Talât Paşa Komitesi, Doğu Perinçek ve inançlı arkadaşları, 2005 yılından beri, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık ve bağımsızlığının sömürgecilere bileğimizin hakkıyla onaylattırıldığı Lozan’da, aslında ABD’nin hepsine dayattığı “Türkler 1915’ten sonra, ve Kurtuluş Savaşı Boyunca Ermenileri kesmiş kıymış sürmüştür” yalanını suratlarına çarpıp aldıkları sözümona meclis kararlarını ayaklarının altına alıp çiğnemek üzere eylemde bulunuyorlardı. Bundan ötürü, tek kurban seçildi, Perinçek düzmece bir yargıdan sonra gülünç-acıklı bir cezaya çarptırıldı; gerçi daha Yargıtay süreci var, ama maskeler düştü, bir türlü usunu başına toplayamayan, yüzyıllardır yetenekli çocuklarının oluşturdukları uygarlığa önce kendi canları için dört elle sarılmayı bilemeyen ağzı salyalı sömürücülerin kapkara yüzleri tabak gibi ortaya çıktı.
Bırakın Türkleri, henüz çıldırmamış bir Amerikalı, Prof. Justin Mc Carthy bile (hey gidi hey! Aynı soyadını taşıyan bir soysuz Amerika’daki, dolayısıyla bütün dünyadaki ilericilerin, devrimcilerin yıllarca başına bela olmuştu!), insanlığın bin bir emekle oluşturduğu hukuk kurallarını açıkça çiğneyerek kendisine: “Peki, Türkler Ermenileri soykırımdan geçirmiştir demek, uluslararası bir yalan mıdır gerçekten?” diye soran kukla yargıca: “Soykırım demek yanlıştır” yanıtını veriyor. “Peki soykırımın tanımını biliyor musunuz?””Elbette, birçok tanımını biliyorum. BM tanımını dayanak alırsanız, hiçbir savaş kırımsız olmaz! Dolayısıyla, savaş koşullarında ‘soykırım’dan söz edilemez!”
Doğu Perinçek’se, Lozan’daki duruşmada, şu güzelim mavi gezegende evrensel koşulların izin verdiği sürece barış içinde, mutlu yaşamak istiyorlarsa başta azgın soyguncu talancı Batılılar, bütün insanlara gerçek bir hukuk uygarlık dersi verdi.
“Varolan yasaya göre suçsuzum. Çünkü soykırım iddiası, Ermeni olayında geçersizdir. Bana uygulanmak istenen, hüküm, Ermeni sorununda ölmüştür. Bu yasa Yahudi soykırımı için uygulanabilir, bu mahkemelerin bileceği iştir. Ama Ermeni sorununda uygulanamaz.
Türkçemizde çok güzel bir söz vardır: Ölmüş eşeğin etinden sucuk yapılmaz!
Bana uygulanmak istenen yasa maddesi, Ermeni Soykırımı açısından ölmüştür, Artık bu ölüyü kaldırmak gereklidir.
Yasanın hukuk açısından yürürlükte olması, uygulanabilir olduğunu göstermez. Yasalar da ölür, gömülürler. Yapılması gereken, kaçınılmaz olarak yapılacak olan budur.
Suçun oluştuğunu saptamak üzere kastım araştırıldı. ‘Ermeni Soykırımı Uluslar arası Bir Yalandır’ derken amacımın ne olduğunu söyleyeyim.
Birinci gerekçe, gerçeğe bağlılık duygusudur.
İkincisi, Türkiye’nin, Ortadoğu’nun, dünyanın geleceğiyle ilgilidir.
Bu yalan, Ermeni sorunuyla ilgili olarak değil, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde kullanılacaktır. Kuzey Irak’taki kukla devleti Türkiye, İran ve Suriye’ye doğru genişletme girişiminde bu yalanın kullanılacağı şimdiden bellidir. Bunda İsviçre’nin, Avrupa’nın bir çıkarı yoktur. İnsanlığın da, Ermeni kardeşlerimizin de bu siyasette bir çıkarı yoktur.”
Savunmasından kısa bir bölümü alabildiğim Doğu Perinçek, ilk bakışta ulusal gibi gözüken bu insanlık dâvâsına giderken, gerek yazılı basında, gerek televizyonlarda, bütün ulusa, siyasal ve toplumsal örgütlere açıkça seslendi: bu benim kişisel yargılanmam değildir, bütün insanlık değerleri, kavramları, gelenekleri yargılanmak isteniyor; gelin hep birlikte gidelim, bütün dünyaya hem ulusal birlik ve dayanışmamızı gösterelim, hem gerçek insan hak ve özgürlüklerinin yerleştirilmesine yardım edelim” dedi; ama bir avuç insanın dışında kimse katılmadı Türkiye’den; Avrupa’da çalışan yaşayan Türklerse, gelen bir iletinin haklı olarak dile getirdiği gibi, “bir hazırlık maçına koşanların” onda, yüzde biri kadardı.
Ne yapalım? Bugünkü eğitim-öğütüm düzensizliğinde Küba gibi talihli ülkelerin dışında, büyük çoğunluk derin uykuda; o zaman iş kalıyor 80 yaşındaki yılmaz insanlık-hukuk savaşçısı Rauf Denktaş ve Doğu Perinçek gibi bir avuç gözüpek öncüye!
İnsanlık adına hepsine sonsuz teşekkür!


Cumhuriyet, 21 Mart 2007.

7 Mart 2007 Çarşamba

KÜBA’DA DEVRİMİN TEMELİ: EĞİTİM

“(Beyne) ne ekersen onu biçersin!”
Küba’nın ulusal-düşünsel kahramanı José Marti, “devrimin temeli ekin (kültür) olacak” demiş; Fidel Castro bunu ta başından benimseyip canla başla yürürlüğe koymuş.
Küba José Marti Dostluk Derneği bir söyleşi düzenledi geçende; Küba büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal, Selcan Çınar Önal , Şirin Öztürkler “Küba’da eğitim”i ele aldılar. Selcan, anaokulundan üniversiteye dek eğitim-öğretimi anlattı; Şirin, Küba’daki eğitim düzeniyle Türkiye’dekini karşılaştırdı; Abascal da dinleyenlerin bu konuda merak ettikleri öbür ayrıntılara değindi.
Gelin şimdi bu konuda, İgnacio Ramonet’nin “İki Ses Bir Biyografi” adlı kitabında Fidel’in söylediklerine kulak verelim:
“Birkaç ay önce Küba Yazarlar ve Sanatçılar Birliği toplantısı yapıldı. Birkaç gün sürdü. ‘Ekinsel istila’dan söz edildi.

Dünyayı aydınlatan, düşün’lerdir. Düşün derken, yalnız adil düşünleri anlıyorum. Dünyaya barış getirebilecek, ciddi savaş tehlikelerini ortadan kaldırabilecek düşünler. Bu yüzden ‘düşün savaşı’ndan söz ediyoruz.
İnsanlar paranın yaşamsal olduğunu düşünüyor. Yanlış. Yaşamsal olan, insanların bilgi ve eğitim düzeyidir. Bilgili, eğitimli pek çok insan Miami’ye göçtü, ama devrim 800 000 nitelikli uzman ve aydın yetiştirdi.
Peki üzülerek neyin ayrımına vardık? Ailesi bilgili, ekine ulaşmış çocuklar en iyi okullara gidiyordu, çünkü o okullara not ortalamasıyla giriliyor. Bu insanlar daha sonra iyi işler buluyor, daha iyi yerlere geliyorlar. Toplumun yönetici çıkaran kesimi hep aynı oluyor.
Bizim toplumcu düzenimizde, yıllar süren çabadan sonra, okuma yazma bilmeyen kalmadı. Herkes en azından 9 yıllık eğitimi bitiriyor. Yine de şunu görüayordum: ayrıcalıklı diyebileceğimiz kesim hep ayrıcalıklı kalıyor,öbürleri, daha dışlanan kesim yine dışlanmış kalıyordu.
1959’dan sonra eğitim dizgesini değiştirdik. Ama bugün öyle bir yere gelindi ki, üniversiteyi bitirmeden herhangi bir şeyi yönetmek olası değil. Ekinden yoksun insanların çocuklarını bekleyen, cezaevleri.
Bunu düzeltmek için tam bir devrime giriştik. Durumu tersine çeviriyoruz. Bunu yaparken, iyi okullara gidenlerin fırsatları da ellerinden alınmıyor elbet. Onlar da devrimci. Ama üniversite eğitimini bütün ülkeye yayıyoruz. Dokuzuncu sınıfı bitirmiş, çeşitli nedenlerle ilerisini okuyamamış, çalışmayan bütün 17-30 yaş arası gençlere parasal yardımda bulunup okutuyoruz. 2001 Eylül’ü ile 2005 Eylül’ü arasında, bu gençlerin 45 000’den fazlası üniversiteye gitti. N devrimci onlar olacak. Bu onlara, yaşamın tanıdığı ikinci fırsat.
Bir inceleme yaptırdım, cezaevlerindeki insanların yalnız %2’si yönetici ya da aydın çocuğuydu. Bunun üzerine her şeye değiştirmeye karar verdik: Sanat eğitmeni yetiştiren okullar açtık, buralarda toplumsal dağılım çok başka. Okumayan, çalışmayan insanlar şildi bu okullara gidiyor. 70 000 kişi daha girecek. Bunu yaygınlaştırıyoruz. Okulumuz, televizyonumuz, bilgisayarımız var zaten. Yeni okul yapmaya gerek yok. Gereken tek şey, birinci sınıfın coğrafya, matematik öğretmeni. En iyi öğretmeni buluyor, ders verdirip filme çekiyor, 50-100 000 kasede kopyalıyoruz. En iyi ders veren, konuyu en iyi bilen, en iyi öğretendir.
Belli bir iş kolunda çalışanların azaltılması mı gerekli? Aylık kazancını öde, okula yolla.
958 üniversite merkezimiz var, 169’u kentlerde, 84’ü şeker işletmesi konutlarında; 18’i merkez cezaevlerinde.
Her şey birbirine bağlı: bilgisizlik, işsizlik, yoksulluk, açlık, hastalıklar, içme suyu-elektrik eksikliği, çölleşme, iklim değişimi, ormanların yok olması, seller, kasırgalar, kuraklıklar, toprak kaybı, dirimsel bozulma, salgınlar, bütün öbür ağlatılar.
Ve bütün bunlar, ancak dünya insanlarının beyinlerine doğru bilgilerin ekilmesiyle çözülebilir.


Cumhuriyet, 7 Mart 2007.