19 Ocak 2005 Çarşamba

“DOBRİNJA’DA DÜĞÜN”

Cihangir Sıraselviler’deki Pera Tiyatrosu’nda Nesrin Kazankaya’nın önceki oyunu Julia:Seyir Defteri’ni görebildiniz mi bilmem? Son iki yılın en nitelikli oyunuydu.
O oyuna son gidişimde, Nesrin, yeni bir oyun üzerinde çalıştığını haber vermişti;sonunda bitirmiş,sahneye de koymuş: Dobrinja’da Düğün. Cumartesi akşamı çağırdılar, büyükçe bir kalabalıkla izledik.
Nesrin’in nereli olduğunu sormadım hiç, belki Balkanlı, dahası Saraybosnalı: yazıp sahneye koyduğu oyun bunu sezdiriyor. Saraybosna’da,Balkanlarda yaşananları o kadar ayrıntılı, öylesine derinden biliyor,duyuyor ki.
Julia’daki gibi, bu oyunda da çok sıkı bir tarihsel-toplumsal-düşünsel ön hazırlık var;oyunun kitapçığında, benim yaşımda olanların bütün ayrıntılarıyla anımsadıkları olaylar dizisi ayrıntılarıyla özetlenmiş. Tito’nun ölümünden bugüne belli başlı tutamak noktaları çarpıcı bir dille özetlenmiş.Oyun da bu somut verilere dayanılarak yazılmış.Ama Nesrin, şu an hem ülkemde hem dünyada eksikliği acıyla görülen rotobumsu, vurdumduymaz, kolaycı,günoğlucu yazar ve yorumculardan değil şükür: oyunlarını gerçekten acılı bir şiirle önce kendisi duyumsayıp yaşıyor;sonra aynı ustalıkla sahneye koyup oynuyor, oynatıyor. Oyunda, tıpkı Julia’daki gibi, bütün konuşmalar, devinimler, renkler,müzikler yerli yerinde,iş olsun diye uydurulmuş, kullanılmış tek bir öğe yok Duyumsanmış acı olanca çarpıcılığıyla,gerçekliğiyle canlandırılıyor sahnede.
Oyunun dramaturjisi yine Şafak Eruyar’ın; bezem ve giysiler, Pera’daki bütün sergilerin düzenleyicisi,kendisi de ressam olan Nilüfer Moayeri’nn kafasından çıkmış; ışığı Yüksel Aymaz, müziği Richard Laniepce üstlenmiş; danslara Pınar Çelebi yön vermiş; sahneye koymada Nesrin’e Zeynep Özden ile Eda Yapanar yardım etmişler.Bir yardımcısı daha varmış, Eren Uluergüven; ancak çok tatsız bir kazayla o güzelim delikanlıyı sanata şehit vermişler.
Çok soylu bir davranışla gencecik oğlunun örgenlerini umutla bekleyen altı kişiye paylaştıran Baba Uluergüven, sessizce, onurluca hemen önümüzde oturuyordu.
Kazankaya’nın dışında, Ayşe Lebriz,Nihat İleri, Levent Öktem, Cüneyt Uzunlar, Başak Meşe görev almışlar; canla başla oynadılar.
Kısa bir süre önce, yine Yugoslavya savaşını, orada yaşananları anlattığı öne sürülen bir film gösteriliyordu sinemalarda: Yaşamak Güzel Şey. Bu kıçyapıtın bütününü görmedim, ama düzülen övgüler çarşaf çarşaf gazetelerdeydi, görmemek olasılığı yoktu; ayrıca, dur bakayım neler yumurtlamış diye, canımı dişime takıp ilk yarısına baktım bir gün:ömrümde bu kadar rezil, ucuz, edepsiz şey hiç görmüyordum eskiden;şimdi bol bol var.
Gelsin o Kusturan Adam, bir ülkenin parçalanması, daha dün kapı komşusu olan, kız alıp veren, yüzyıllardır -her şeye karşın – hemen her şeyi paylaşmış insanların bir sabah kalkıp birbirlerini kesip uçurması nasıl anlatılır Nesrin Kazankaya’nın oyununu görüp dinlesin. Ama boşuna konuşuyorum, görse de, dinlese de anlayamaz: o da bütün varlığını bit pazarına sürenlerden çünkü.
Nesrinciğim de soruyor bu soruları kendine, yanıtlarını arıyor, yüksek sesle düşünüyor karşımızda;ilk usuna gelen, herkesin içinde yatan, en küçük kışkırtmayı bekleyen ulusçuluk mikrobu gibi gözüküyor; evet, anlatım kolaylığı olarak öyle belki, ancak bunun gerisinde ne var dersiniz?
Benim şimdiye dek edinebildiğim bilgilere göre, can alıcı ve verici asal ortak paydayı saptayamamış; bunu bütün kitaplara, bütün filmlere, bütün iletişim araçlarına yazamamış olmak: herhangi bir ulusun, küçük birimin üyesi olmazdan önce, ÇOK TEMEL BİR BÖLÜĞÜN PARÇASIYIZ HEPİMİZ: CANLILAR DÜNYASI.
Doğrusunu isterseniz, bu bile yarım doğrudur: CANLI CANSIZ BÜTÜN VARLIKLAR, BÜYÜK BİR MUCİZEYLE OLUŞMUŞ ŞU YERKÜRENİN TEK BAŞLARINA EN KÜÇÜK DEĞER VE ANLAMI OLMAYAN KURUCU ÖĞELERİYİZ. Dolayısıyla, bu küçük birimlerden herhangi birine gelecek zarar, dönüp dolaşır, hepsini,bütünü etkiler, dengesini bozar.
Öyle de olmuyor mu?
Zenicalı 12 yaşındaki Dina şöyle demiş: “Işık hızının ne olduğunu biliyorum, ama karanlığın hızı hakkında hiçbir şey öğrenemedik.”
Işığa yaptıkları katkı için Nesrin Kazankaya ve arkadaşlarını ayakta alkışlıyorum.

Cumhuriyet, 19 Ocak 2005