25 Mart 2009 Çarşamba

ERDAL ALOVA

İş Bankası Kültür Yayınları, Ruken Kızıler’in yönettiği dizide, Erdal Alova’nın 2008-1973 yılları arasındaki ürünlerini Toplu Şiirler adıyla bastı.
Erdal’ı ilk şiiri Yeni Dergi’de çıkalı beri, demek 1973’den bu yana tanıyorum; ve çevirmenlik, yayın yönetmenliği gibi yalnız yazınsal uğraşlarla yaşayagelen ender insanlardan biri olarak hep alkışladım. Dr. Sina Kabaağaç’la birlikte Sosyal Yayınlar’a hazırladıkları Latince-Türkçe Sözlük yıllardır elimin altındadır; yine aynı yayınevince basılan Türkiye’den ve Dünyadan Aşk ve Erotizm Şiirleri Antoloji’nden ne çok alıntı yaptım yazılarımda.
Bu çalışkan-üretken dostum, yazarlıkla karnını doyurmanın yanında, kazandığı ödüllerle düşünsel-duygusal olarak da doyuma ermiş talihli insanlardandır: Bitik Kent ile “Cemal Süreya Şiir Ödülü”nü (1996); Dizeler’le “Nâzım Şiir Ödülü”nü (2002); aynı kitapla “Dionisos Şiir Ödülü”nü ( 2001) kazanmış. Seferis’ten yaptığı Bir Şairin Günlüğü’ne de “Dünya Çeviri Ödülü” verilmiş.
Sizi Toplu Şiirler’ini almaya özendirmek üzere, gelin birkaç şiirin birlikte okuyalım:
Bitik Kent’ten TAYF:
“Başlangıçta Kemâl vardı/ Ve Türkçe bin yıldıza bölündü.- Kırarak geliyordu Hâşim/ Merdivenini şiirin/ Bakın Ormanlarında. – Hececiler…Hayatın kekemeleri…- Poyrazların prensi Nâzım/ Derdi günü mavi güneşler ekmekti / Kıpkısır bir bozkıra. – (Sesiyle kar toplayan Dranas) – Terso bir ünlemdir gariban Orhan. – Oktay Rifat ki / Katırtırnakları açan bir granitti / Denizin tuz heykeli.- Metin Eloğlu / Kendini yalnız, ölürken gördü / Gıcırdatıp sessiz harflerini- Cemal Süreya / İnce elçisi göçebelerin / Turunç sesli uçurum. – Sonra St Can şövalyesi geldi / Denizanalarından bir bayrakla / Çarparak aptapotunu şiirin/ Türkçe’nin gök-taşına.”
Birinci Tekil Şarkı’dan I:
“Ben bir yaban atıyım / Başıboş rüzgârlardan doğma / Ömrüm benim, şu rodeoda. /Sarhoş bir denizanasıyım / Geçiyorum / Budanmış budunlar arasından. /Ömrüm benim. / Uyur gibi yapan çocuğun / Bütün duydukları. / Bir elim orgda / Bir elimde orak / Geçiyorum dünyadan / Turnede bir oyuncuyum / Uyandığı şehri tanımayan / Yaşım yok / Adım hiç Erdal olmadı benim / Kötü tarif edilmiş/ Bir adres gibi / Dolaşıyorum gövdemi / Geçiyorum yıllardan / Unutmaktan yorgun / Beynim bir sonbahar sarayı / Kızgın kelimelerden bir kovan / Yunuslar gibi sıçrıyor / Aklımdaki dizeler / Geçiyorum günlerden / Yarı kör bir kaptanım / Karada yerim yok / Deniz istemiyor beni / Ölümse çoktan çevirmiş / Gönderdiğim haberciyi / Geçiyorum / İçimde kıpkırık tanrılar / Bir dağ puluyum / Akdeniz’e yapışmış / Tuzgölleriyle ağlayan bir babayım / Bitik bir kentim / Eski adını saklayan / Arkamda hüznün alayları, yıkımlar / Açık kalmış bir köy çeşmesiyim / Unutuştan sonsuza akan.”
KOLLARIN
“ Kollarında güneş yollar açmış / tütün renkli saçlarından geçip / toprağa doğru ilerliyor – iki ışın oluyor kolların./ Kıvrılmış masa örtüsü/ masanın üstünde çantan / Yeni Harman paketi / tabakta boş fincan. / Her şey şiirin kurallarına uygun. / Sen şiir okuyorsun – arkada beyaz duvar / duvarın arkasında sazlar – suya bakıyorsun / suya doğru ilerliyor güneş / birer birer eriyor imgeler / dayanabilen son sözcük / bu yakıcı ışığa karışıyor / akla doğru ilerliyor güneş.”
GİZLİ İLİŞKİ
“Bütün gece seviştiler / Kilere giren iki çocuk gibi / Şarap içtiler ağızlarından / Ut yerinden kişniş kokladılar / Bütün gece seviştiler / Yeni taşınılmış bir şehirde / Uyanan ilk uyku gibi/ Şaraptan / Gövdelerinin yabancılığından çok / Sırlarından sarhoştular / (Işığın hohlamadığı kömür / Tuzu ve buğdayı unutmuş sikke / Toprağın ele vermediği / bir tanrı yüzü)/ Bütün gece / Acıbadem koktu öpüşleri/ Akasyanın gözü önünde.”


Cumhuriyet, 25 Mart 2009

11 Mart 2009 Çarşamba

FERHAN ŞENSOY’UN 2019’U.

“Nedir en zor şey? Görmek gözünün önündekini…” diyen Goethe yazık ki acıklı biçimde haklıydı; ama sanırım küçük bir noktayı atlıyordu: gözümüzün önünde duranı görebilmek için canımızın geleceğinden emin, can gözümüzün da açık olması gerekir. Göremediklerimiz yalnız bizim dalgınlığımızdan, önemliyi atlamamızdan kaynaklanmıyor.
Sevgili Ferhan Şensoy’un, gittikçe allak bulak edilen yurdumuzda, dünyamızda, bir bakıma tek başına neler başardığını, uzaktan da olsa epey açık seçik görüyor, biliyordum. Bereket ortak dostumuz Saim Bugay’ı anmak üzere toplandığımızda yan yana düştük; telefon alıp verdik, sonra yeni oyunu “2019”a gittim.
“Bilimsiz kurgusal güldürü” adı bile her şeyi anlatmaya yetiyor: oyunu, her zamanki gibi Ferhancım kendisi yazmış. ABD’nin, AB’nin, aslında bütün anamalcı sömürücü Batı’nın 1938’de Mustafa Kemâl Atatürk’ün ölümünden beri amansızca, aralıksız sürdürdüğü ulusal devleti, Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırma; bütün kaynaklarına el koyma oyununun bugünkü aşamasında, hani şu biçilmiş güzelim kaftanı, Ilımlı İslâmı ( siyasal İslâmın ılımlısı olurmuş gibi?) epey zorlanarak da olsa giyinip kuşanan Anadolu halkının yaşadığı acıları, düştüğü çelişkileri son derece yalın, çarpıcı, özlü bir dille anlatmış.
Çok yerinde bir buluşla, Mustafa Kemâl’i ikiye bölmüş, Mutafa ile Kemâl, gittikçe artan baskıdan kurtulmak üzere bir bodruma sığınmışlar, yaşamaya çalışıyorlar. Bir yandan da yeniden Samsun’a çıkma düşleri var.
Gerisini anlatmayayım, gidip görün.
Soylu bir dünya yurttaşı olarak, oyunu bir düşle, özlemle bitiriyor: ABD’nin Florida Eyaleti toplumculuğu benimsemiş, Küba’ya katılma kararı almış.
Doğrusun ararsanız, gerçek sanatçı böyle oluyor işte: olanı, olması gerekeni sanatın diliyle anlatıyor. Nitekim, olması gereken, kaçınılmaz olan bu; toplumcu kuramın büyük ustaları çokkk önceden söylediler, dünyanın önünde tek bir seçenek var: ya toplumculuk, ya yok oluş!
50 yıllık inanılmaz bir direnişten sonra, güzelim Küba halkı bu sözün kaçınılmazlığını somut olarak gözler önüne serdi zaten; ve kendini bu anamalcı talanın su götürmez efendisi sayan ABD’nin bütün baskılarına, bütün korkutmalarına, akıttığı trilyonlarca dolara, yağdırdığı onca bombaya karşın, 500 yıldır alçak Batılıların pençesinde inleyen Güney Amerika ülkeleri birer ikişer Fidel Castro ile halkının ardına takılıyor; yerleşik bütün düzeni, hukuku, her şeyi değiştirip sevgiye dayalı yardımlaşmayı, paylaşmayı yürürlüğe koyuyorlar. Hem de çoktan çöpe atılması gereken bir yöntemle, açık oyla. Ama oy sandıklarının başından sülükleri söküp atarak, oyları hileye izin vermeden sayarak.
Daha ancak yalnız ön sarsıntılarını yaşadığımız küresel bunalımı kendileri yaratmamış gibi, dünyanın efendileri kalmak isteyenler Davos’ta bu cehennemi sürdürmek üzere bin bir dolap hazırlarken, Brezilya’da toplanan eski sömürge halklarının çikolata renkli yeni önderleri başka bir çağrıyı güle oynaya, birbirlerine sarıla sarıla duyuruyorlardı insan kardeşlerine: Yeni Bir Dünya Mümkün. Bana sorarsanız, mümkün değil, KAÇINILMAZ,ZORUNLU!
Ferhan Şensoy, anlayana tokat gibi gelecek oyununu kendisi sahneye koymuş elbet; bezem de onun; giysileri ortaklaşa tasarlamışlar; oyunda kullanılan görüntülü bölümleri Mert Baykal çekmiş, kurgulamış; ışık ve arka sesler Hüseyin Ulaş’ın; Ebru Soyuerden, hem oynuyor, hem sahneye koymada yardımcı olmuş. Oyunun öbür uygulayımsal yüklerini Suat Tepe, Erdinç Işıldak, Alpaslan Ataman, Murat Saraçoğulları üstlenmişler,
Ferhancığımın güzel adlandırmasıyla, “gibi yapanlar” da şöyle: Ferhan Şensoy, Erkan Uçucu, Ali Çatalbaş, Orhan Ertürk, Özkan Aksu, Elif Durdu, Ebru Soyuerden, Neslihan Çakıner, Begüm Alpaslan.
Emeği geçen herkese yürekten alkış.


Cumhuriyet, 11 Mart 2009.