4 Temmuz 2007 Çarşamba

“KUŞ UÇSA GÖLGE KALIR”

“KUŞ UÇSA GÖLGE KALIR”


Wilhelm Reich okuduysanız, evrensel yaşam enerjisinin çalışma-üretme alanındaki işlevini gözler önüne seren Marx’ın öğretisiyle aynı enerjinin sevişme-üreme işlevindeki yerini görüp dile getiren Freud’un öğretisini kaynaştıran, bütünsel bir açıklama sunan, dolayısıyla Hitler’in çömezlerini de, Stalin tapınıcılarını da kendine düşman eden ve anlı şanlı Amerikan demokratlarınca (?!) kodeste ilaçla öldürülen bu düşünür-bilimadamın şu sözünü bilirsiniz: siyaset duygusal vebadır, siyasetçiler de onulmaz vebalılar.
Atatürk, Fidel, Chavez gibi önderler kuşkusuz bu tanımın dışındalar, çünkü onlar siyasetçi değil, birer halk sevdalısı, barış, esenlik, mutluluk dağıtıcıları.
Oysa şimdi her gün gazetelerden televizyonlardan eksik olmayan bütün siyaset cambazlarına bakınca Reich’ın ne kadar acıklı biçimde halkı olduğunu görebilir, acısını duyabilirsiniz.
O yüzden, o aşağılık ayak oyunlarına ara verip şiirden söz edelim bu hafta; Yapı Kredi, şiir dizisinin 224. kitabını yazınımızın kıdemli ustalarından Gülten Akın’ın yapıtına ayırmış:Kuş Uçsa Gölge Kalır.
Kitabın arka kapağına şu dizeleri koymuş tasarımcı:
Yaşlı bir şairin gösterdiği uçlar/kilise müziği, siren sesli küçük oğlan/kır menekşeleri, Halep asması/ kavaklar, zeytinler,rüzgâr/ hindiba toplayan çingene kızı/ puhu kuşu/ ağır taşlardan geçirilen su/ henüz duruyken
bende bir gülten kaldı/ hangi bağa diksem yabancı.
BİR ADAM SÖYLENCESİ
Susulan bir yere gelindi/ yalnızca susulan bir yere gelindi/ eksikliydi çünkü sözler ne kadar söylense/ ne kadar söylendi
ADAM orda öyle duru mavi gözleriyle/ biliyordu kim neyi ne kadar/ yanlışı doğruyu kim neyi
İlk görüşte bir nirengi/ öteki, birlikte durulan sıcak fotoğraftı/ yazılar kitaplar dergilerdi biri/ bir başka nirengi içimizden geçiyordu/ bu ADAMa diyorduk, kötülük hiç uğramadı
orda öyle duru mavi gözleriyle/ belki bir ağabey, belki bir usta/ belki büyük denizlerin uzun seferlerin feneri/ (resimde küçük lekeler: çocuksu öfkeyle/ derebeyi olduğu söylendi)
Ama O/ sırtında,/ yoksulluğun çürük bir diş gibi sancıdığı/ zulümden yüreği kamaşık/ acılı bir ülkenin Nâzım tarihi,/ kendi elleriyle kendi eğnine/ biçtiği yalın giysiyle/yürüdü gitti
biz eksikli kaldık, sözler eksikli/ birkaç işaret işte, birkaç nirengi/ sustuk ardından baktık

AŞK VE SILA
Olsam küçük bir kız olsam/ denize bakan evlerde/ düşlerimden çıkıp gelse/ beyaz yelkenliyi görsem/ yanaşmak istese yanaşamasa/ kıyılarım çekildikçe çekilse/ işte bu
olsam olsam ağaç olsam/ çekirdekten bitme erik ağacı/ dallarım yaprağım çiçeğim/ budansam, sahibim efendim/ kaysıya çevirmek istese beni/ bağırsam bağırsam sesim çıkmasa/ rüzgâr bile sesimi taşımasa/ işte bu
Tayheli’de tay olsam/ uzansam limana değsem/ tutsak gemileri salsam deryaya/ ıslığımla fırtınayı durdursam/ uyansam iki ayağım bukağıda/ işte bu
Yakınımda çok yakınımda/ sesine konan kuşları duyuyorum/ dokunamadıkça varsın, ordasın/ elimi uzatsam yok olacaksın/ işte bu.
GÜVERCİN AĞIDI
İkimiz de güvercini sustuk/ gökyüzü her günkü yerindeydi/ leylakların günü sonra/ süsenlerin günü/ sonra güller bütün bir yaz/ o yoktu tek/ uzun boynundan bilirdik/ kanat seslerinden
her şey yerli yerindeydi/ tek oydu eksilen/ ikimiz de güvercini sustuk/balkon soldu
(…)
Savaşı bir oyun diye sürdürüyorsunuz/ sizin sonsuza dek yaşamak gibi/ tuhaf huyunuz mu var