20 Eylül 2006 Çarşamba

CİHAT BURAK

Şeki ailesinin İstanbul Modern Sanatlar Galerisi, geçen yıl Burhan Uygur’u anmıştı güzel bir sergiyle; bu yıl 14 Eylül’de ise sevgili Cihat Burak’ı kucaklıyorlar.
Selin Aydın ile Pınar Saracoğlu, sağolsunlar, resimseverleri dolaşmış, yapıtlarını başkalarıyla paylaşmaya razı olan aklı başında insanların verdikleri resimlerle bu sergiyi oluşturmuşlar.
Cihat’çığım, bir resminde dediği gibi, belki de deli Sakine adlı atına binip, sonsuzluğa uçalı çok oluyor; sergi dolayısıyla, özellikle genç sanatseverler için, temel niteliklerini anımsatmak isterim.
Cihat Burak, çok efendi, bilinçli, sorumlu bir dünya yurttaşıydı; her insanın işini büyük bir sorumluluk ve saygıyla yerine getirmesini isterdi; züppelere, dolandırıcılara, gösterişçilere hiç dayanamazdı.Taksimetre yürürlüğe konmazdan önce, akşamları içkievinden çıkışta arabaya binmek zorunda kalıp da sürücünün: “ne verirsen ver abi” demesine deli olurdu.
Resimleri, sağlam, saygılı dünya görüşünün uzantısı olarak hep belli bir konuyu işledi; Şairin Ölümü’nde, çok sevdiği Nâzım Hikmet’in Bursa hapishanesindeki kedili resmini, bir şiiri kullandı; ortada ağzından kanlar akan büyük ozanın eline bir şiir tutuşturdu.
“Birebir maket üzerinde çalışmış tek mimar” dediği ünlü mimarın yardımcısı olarak ABD uşaklarınca yakılmış AKM yeniden yapılırken, büyük salona çıkan merdivenin solundaki boş duvara, hem de kendi kesesinden suluboya duvar resimleri yapmaya girişmiş; dört beşini da tamamlamış; ama bir sabah gelmiş bir bakmış, züppenin verdiği buyrukla işçiler yapılanları söküp atmış.
Öfkeden deliye dönse de dağa çıkamaz, kimseyi vuramaz; elindeki tek silahla, resimle aldı öcünü: o züppeyi, aralarından hiç çıkmadığı asalaklarla, bu kokteyl masası başında, “Meydan Muharebesi” adıyla resim tarihine geçirdi.
Buna karşılık, AKM’ye girip çıkarken gördüğü ayakkabı boyacısını bütün sevecenliğiyle kucakladı.
Bir zamanlar hemen yanıbaşımızda başka ünlü bir soyguncu şımarık vardı, tanker filoları olan; dedikoduları gazete sayfalarından eksik olmazdı; dünyanın en yetenekli sanatçılarından Maria Callas’ı eskitip savan, canına kıymasına yol açan, sonra ABD’nin kendi eliyle vurdurduğu eski başkanının karısını yatına atan bu amcadan öcünü, sergide görebileceğiniz Devenin Başı adlı yapıtla aldı.
Dünyanın, özellikle ülkemizin tüketim çılgınlığına köle edilmesinden önceki günleri yaşamış ayrıcalıklı – sonrasında elbette acılı – insanlardan olarak, o güzel günleri, o dönemin yumuşak, sevecen, soylu insanlarını, yine sergideki “O Güzel İnsanlar Gazelim Atlarına Binip Gittiler” resmiyle kucakladı.
Tarihe, Evliya Çelebi’ye bayılır, her fırsatta okurdu; resimlerinde, özgün baskılarında onun kitaplarından sayısız çağrışım, alıntı vardır; Kısas’ı Enbiya adlı resmine bakarsanız iç içe geçmiş bütün Peygamberler tarihinden izler bulursunuz.
Yerdiklerine karşı elindeki anlatım aracının bütün olanaklarıyla ok yağdıran ve soylu, onurlu insan, sevdiklerineyse tadına doyulmaz bir yumuşaklıkla bakardı: kadınlar, kediler, Şarlo, pehlivanlar, gecelerini süsleyen fasıl çalgıcıları, şarkıcılar, oyuncular, muharip gaziler, sıradan, alçakgönüllü, sorumlu insanlar…
Yine sergide yer alan özgün baskılardan Görüntü Dünyası’na bakın: orada elbette sevdiği sinema sanatına, o sanatın benzersiz çocuğu Şarlo’ya, gözünün bebeği kedilere sevgisi insanı sevinçten havalara uçuran bir ustalıkla yansıtılmıştır
En temel niteliklerinden biri, hafif gülümseyişli, sevecen alaycı oklarını, konuşurken de, o benzersiz öykülerini yazarken de, önce kendine yöneltmesiydi: kardeşim diye başlayarak anlattığı bin bir gece masalını andıran oyunlu söyleşileri kayda alamadığıma o kadar yanarım ki! Neyse ki elimizde Yapı Kredi’nin ona yakışan bir özenle bastığı üç öykü kitabı kaldı: Cardonlar, Yâkûtiler, Zenci Kalınız.
Bu büyük ustanın görsel dünyasını yeniden tatmak istiyorsanız, İstanbul Modern Sanatlar Galerisi, Balmumcu’da sizi bekliyor.


Cumhuriyet, 20 Eylül 2006

6 Eylül 2006 Çarşamba

İNSANYİYEN SİVİL ÖRÜMCEK

Televizyon haberlerinde gözünüze kulağınıza çarpmıştır: kimi bölgelerde etyiyen bir örümcek türemiş, insanlar geceleri ellerinde ışık ve sopa, bu garip ve ürkütücü varlığı avlamaya çıkıyorlar.
Oysa çok daha korkunç bir örümcek var tepemizde: insanyiyen sivil örümcek. Bu örümceğin bütün dünyaya ördüğü ağdan Mustafa Yıldırım “Sivil Örümceğin Ağında” adlı kitabında uzun ve ayrıntılı söz etmişti.. Tutarlılık gereği, bu ağın kurulduğu ülkelerden, yakın komşumuz, yazgıdaşımız Azerbaycan’ı ele almış son kitabında: Azerbaycan’da Proje Demokratiya.
Biliyorsunuz, bilmelisiniz, hepimiz gibi ölümlü varlıklar olan kimi çılgınlar, el ele vermiş, bütün dünyaya egemen olmak, herkesi imparatorluklarının kölesi durumuna getirmek istiyor, bunun için gece gündüz amansızca çalışıyorlar. Bakın ne diyor Mustafa Yıldırım kitabının arka kapağında:
“Sivil örümceğin ağında nefte bulaşmış demokrasi operasyonu…
Örümcek, ağının örer ve sabırla bekler. Avına iğnesini batırır; enzimini akıtıp onun içini eritir ve vantuzuyla emer. Geriye ağa takılı olarak canlı gibi görünen içi boş böceklerin kabukları kalır.
CIA istasyoncuları da tıpkı bir örümcek gibi topluma sızdılar. Devşirdikleri elemanlarla Bodrum’a geldiler; Türk devletlerini işgale hazırlamak üzere, yeni sivil yardımcılar buldular; Türkiye’de örülen ağdan beslenen bu yardımcılar, örümcek ağını Azerbaycan’a ve Asya’ya bağlamakta gecikmediler.
“Demokrasi kuracağız!” diyen İngiliz ve Amerikalı sivil-resmi örümcekler, devşirme Türklerin rehberliğinde Bakû’ya girdiler. Sterlin ve dolarla beslenen ağ genişledi. Gazeteler, dernekler, sendikalar, partiler kuruldu. Quantum’un temsilcisi George Soros da çok gecikmedi…
Sivil Örümceğin Ağı’na düşen ülkelerin kaynakları, piyasaları örümceklerin vantuzlarıyla emilirken, içlerine zehir akıtılmış ve yalnızca demokrasi kabukları kalmış ‘Anglo-Sakson’ demokratları, öz yurtlarının bağımsızlığını yıkan birer aygıta dönüştüler.”
Bu zavallı kör yaratıklar, böyle davranmakla kendi kuyularını da kazdıklarını, yerkürede yaşayabilme olanaklarını kendi elleriyle havaya uçurduklarını hiç düşünemeden, işte böyle cicili bicili sözcüklerle, demokrasi, proje, insan hakkı diye diye hepimizi cayır cayır yakmaktalar.
Yananlar, yakında yakılacaklar uyanıp da kendi canlarıyla birlikte o sersemleri de, evrenin oluşturup bize armağan ettiği şu güzelim mavi gezegeni de kurtarmak üzere bu çapulcu sürüsünü etkisiz kılamazsa, hep söylüyorum, arkamızda, örneğin mamutlar gibi, adımızı anacak, başımıza gelenleri yazacak kimse kalmayacak


Cumhuriyet, 6 Eylül 2006