6 Haziran 2008 Cuma

“GÜLYÜZLÜM MERHABA”

Tanıyanlar anımsıyordur, bu güzel sesleniş sevgili Nejat Birdoğan’ındı; ne zaman karşılaşsak ya da telefon etsem, sımsıcak işte bu kucaklama karşılardı beni.
Derken, yoruldu, yıldızlara arasına döndü. Sağolsunlar, başta eşi Şûle Birdoğan, bütün sevenleri, Esat Korkmaz’ın kılavuzluğunda, can dostumuza bir anı kitabı hazırlamışlar:
Güzyüzlüm Merhaba. Kitabı, Alev yayınları basmış.
Ortak dostumuz Ali Balkız, “Alevilerin Galilesi” başlıklı yazısında bakın nasıl anlatıyor o bilge insanı:
“On beş yıl önce Ankara’da, Kardelen diye bir içkievi vardı. Behçet’ten, Atabaş’a, Telli’den Aziz Nesin’e, Çerkez’den Taşpınar’a, Duran Karaca’dan Savaş Yurttaş’a, Nehar Tüblek’ten Semih Balcıoğlu’na, Selda Bağcan’dan Nida Tüfekçi’ye Türkiyeli, kimi zaman Avrupalı yazar, şair, ressam, oyuncu, müzisyenlerin uğrak yeriydi. Hafif sigara dumanı altında şen kahkahalar arasında şiir okur, fıkra anlatır, edebiyat tartışır, akıllarına geldikçe içerlerdi.
11 Aralık 1992 Pazar günü Kardelen ayrıksı bir akşam yaşıyordu. Bir güzel adam gülen gözleriyle şiir okuyordu. Masadakiler can kulağı ile dinliyordu. Büyüdükçe büyüdü masa, genişledikçe genişledi.Herkes susmuştu. Bilmeyenler sordular.’Kim bu derya adam yahu?’ Bilenler yanıtladılar: ‘Âşık Cevri’. ‘Haa…öyle mi? Duymamıştık da.’ ‘Peki, Nejat Birdoğan adını da duymadınız mı?’ ‘Duymaz olur muyuz?... O bu mu?... Bu gece sabah olmaz…’
Gerçekten sabah olmadı. Ne gazel anlatıyordu.Sesi bir inip bir çıkıyor, yüzündeki kaslar bir gerilip bir rahatlıyordu. Gözleri hep gülüyor, elleri hep dokunuyor, coştukça coşuyordu. Masaya yeni eklenenlerle tanışmak için ayağa kalkıyor, ceketini ilikliyor, saygıyla selamlıyor, sevgiyle oturuyordu. Bu nezaketi ne İngiliz ne de Fransız centilmenlerinden almıştı. O Anadolu’da yetişmiş bir çelebiydi.”
Anadolu halkının Şaman geleneklerine bağlı kalmış, onları daha da geliştirmiş güzelim gerçekten uygar insanlarından biriydi Nejat Birdoğan; ben öteden beri düşünürüm, insanlık ataerkil-anamalcı düzensizlikten kurtulup kalıcı olarak uygarlaşmak istiyorsa, ışığı, Alevilerin getirdiği yerden öteye taşımak zorundadır.
Kitabın sonuna, sevgili Bir-Doğan’ın gömütüne işlenmiş bir deyişine almışlar: Tecelli Gününde.
Tecelli gününde, cem meydanında / Dönmem deyip pir eteğin tutan var. / Bin parça görünen Bir’in şanında / Dünya malın değer değmez satan var.
Ferhat dağı deldi Şirin elinden / Gerçeğe varılır pirin elinden / Gülistan içinde harın elinden / Değirmen kurup da dert öğüten var.
Kün emrini verip üryan eyleyen / Dönüp kendi kendin seyran eyleyen / Cemale cemali hayran eyleyen / Ak devede kendini yük tutan var.
Sadık olan bulur dost harabını/ Yeter ki doldursun gönül kabını / Vuslat mezesiyle şarabını / Hü çekip de yudum yudum yutan var.
Gökyüzünde bulut mudur, kuş mudur? / Bakın, dostun hatırcığı hoş mudur? /Sorar isen gönül evi boş mudur? /Cevri derler bir köşede yatan var.
Biliyorsunuz, Eflâtun’dan bu yana, yalnız düşünlerin ölümsüz olduğuna inanır insanlar; bugün de, insan kardeşlerinin iyiliğini, mutluluğunu, esenliğini isteyenler arasından bir Kübalı, Fidel Castro, belki uzayda dolaşan bilgelikten pay aldığı için, dünyamızı kasıp kavuran soygunculara, talancılara, yıkıcılara karşı, “ellerindeki silahlar ne denli gelişmiş, hünerli olursa olsun, düşünlerin onlardan çok daha önemli ve etkili olduğu konusundaki köklü inancımız sarsılmadan sürüyor” diyebilmektedir.
O yüzden, bütün inancımla, sevgimle Halk Âşığı Cevri’ye Ruhi Su sesiyle, Gülyüzlüm, Merhaba!



Cumhuriyet, Haziran 2008