12 Ocak 2007 Cuma

“SENİN BİR DÜŞÜN VAR MI?”

Bu başlığı Fakir Baykurt’un Almanya’da Mannheim Alevi Kültür Merkezi’nin yayınladığı Aydınlık Özlemi adlı kitaptaki bir yazıdan aldım.
Kitaptaki yazılar, Fakir’ciğimin Almanya’ya sığınmak zorunda kaldıktan sonra çeşitli yerlerde çıkmış yazılarından, konuşmalarından oluşturulmuş.
Başlığını ödünç aldığım yazı, 14.7.1988’de Emek’te basılmış.
Fakir burada, yazınseverlerin yakından tanıyacakları bir ödülün , Madaralı Roman Ödülü’nün kurucusu, yaşatıcısı Fikret Madaralı’yı ele almış.
“Fikret Madaralı’nın göz açıp yumacak kadar öğretmenlik yaşamı oldu. Samsun’un Çukurbük köyünde yedi yıl çalıştı, sonra Köy Enstitülerine geçti. Oradaki çalışmaları daha kısa sürdü. Düşüncelerinden ötürü izlediler.Sonra meslekten ayırdılar.Halkına sağlam bağlarla bağlıydı.Mesleğini,yurdunu çok seviyordu.Kendisini yakından tanıyanlar bilir, örnek insandı. Biraz kırıldı, ama hiç eğilmedi.
Fikret Bey traktör sürücülüğü yaptı.Fethiye hanım dikiş dikti.Çocukları olmadığı için Yıldız’ı alıp büyüttüler. Düşe kalka esenliğe geldiler. Fikret Bey 90 oldu,Fethiye Hanım 80’i geçti.
...
Fikret Bey’in saygınlığı arttı. Kendini toplum işlerine verdi. Onun son uğraşı ceviz dikimidir.Ortalıkta öteden beri ’Ceviz diken ölür!’ diye bir söz dolaşır.Bu sözün yanlışlığını kanıtlamak için Fikret Bey durmadan ceviz dikti. Ölürüm diye ceviz dikmekten kaçınanlara :’İşte ben dikiyorum, seksenini geçtim, ölmedim! Demek bu söz asılsız!’ diyordu. Bunu söylemekle yetinmiyor, cevizin türlü yararlarını anlatıyor, bu konuda yazıyor, konuşuyor, yurt ölçüsünde kampanya açıyor.Yolculuklarda sesbüyültenli otobüsleri seçiyor. Valilerle,kaymakamlarla ilişki kuruyor, okullara gidiyor, bildiklerini öğretmenlere, öğrencilere anlatıyor:
‘Ceviz soframıza katıktır,mobilyamıza kütüktür! Ceviz yaşlılara, gençlere, özellikle çocuklara ilaçtan öte yararlı bir besindir.Cevizin kütüğü dışa satılır, içe döviz getirir’ diyor, bıkıp usanmadan anlatıyor.
Milliyet’ten Emin Çölaşan onunla uzunca bir konuşma yaptı. Gazete bu konuşmayı tam sayfa bastı. Kendisine 204 mektup geldi. Venezüela’da okumuşlar, ordan mektup geldi.Telefon edenlerin sayısı belirsiz.
Fikret Bey diyor ki: ‘Ceviz kütüğü satarak dış borçların hepsini ödeyebiliriz!’ Dinleyenler gülüyor. Yüzüne kuşkuyla bakıp ‘Hoca kafayı üşüttü! Bu söyledikleri yalnızca düş!’diyerek yanından uzaklaşıyorlar.
Öyle ya,elde o kadar ceviz yok. Olanları kesip tüketmişiz, ölürüz diye korktuğumuz için, yenilerini dikmemişiz; olmayan kütükler dışa satılır da,içe döviz gelir , bunlarla dış borç mu ödenir? Ama bir de hepimiz ceviz diker,bakar, büyütürsek? Yerleşme alanlarının biraz uzağı koyu gölgeli yeşil toplara benzeyen cevizlerle kaplanırsa,Fikret Bey’in düşü gerçek olur.”
...
“Ben de diyorum ki: Düşlerimizi o kadar aşağı görmeyelim. Düşlerimiz gerçeğin öbür yüzüdür. Düş ile gerçek birbirinin yanında durur.Gerçek yıkılır düş olur, düş canlanır gerçek olur.
Madaralı Hoca , ceviz düşünü gerçekleştirmek için çalışmayı sürdürüyordu. Nerden nereye; Kaman Belediyesi her yıl ’Ceviz Kültür Şenliği’ düzenliyor. Bunu duyar duymaz otobüse binip soluğu Kaman’da alıyor.Gür sesi bu kez oralardan geliyor.Ceviz dikmenin yararlarını, o asılsız sözün zararlarını anlatıyor.
Yaşamda bir düşün olsun demek istiyorum sevgili okurum sana!Onu gerçekleştirmek için çaba harca, gülen varsın gülsün; aldırma. Küçük iş, büyük iş deme. Bir iş yap varsın küçük olsun. Giderek etkisi büyür.Ürgüp’lü Mustafa Güzelgöz köylere eşekle kitap taşıdı. Ünü dünyayı tuttu. Üstelik o hiç de ün için çalışmıyordu. Ben seni biliyorum, sen de ün diye gözünü yukarlara dikmezsin sevgili okurum. Sen çok çok önemlisin benim gözümde. Hiç olmazsa karanlığı beslemiyorsun. Aydınlıktan yana tavır alıyorsun.Ama bu yeter mi?Aklın, gücün yok mu? tavır almakla kalma, aydınlığı besle. Bir kitaplık açamıyorsan, bir yoksul öğrenciye her ay okumak istediği bir kitabı al.
Diyelim bunu da yapamıyorsun, Çeltikçi’li Birnur Şener’in yaptığını yap: Kör komşuna git, ona birer ikişer saat kitap oku. Küçük iş diye dudak bükenlere hiç aldırma. Hani çok ünlü bir söz var, hakkı olmayanlar kullanıyor onu, o söz daha çok sana uyar:Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at, bir at bir yiğit, o yiğit de yurdu kurtarır! Böyle düşün, bir işe girişirken, onu önce sen kendin küçük görme.
Bahri Savcı, yaşamının sonuna doğru, kendisinden önce İstanbul’a gidip Hukuk Fakültesi’ne yazılan Sabri ağabeyinden çok anlatırdı. Bahri Bey Çorum’luydu, Gönen’de büyüdü, Edremit’te okudu.Sabri Ağabeyinin ardından İstanbul’a gitti; Çarşıkapı ortaokuluna yazıldı. Anneleri Hanife Hanım, oğulları okusun diye Gönen’de tütün işçiliği yapıyordu.
Aile orta halli bile sayılmazdı,yoksuldu. Sabri Ağabey, Bahri’yi ta Beyoğlu’na tiyatroya götürdü.İlk kez tiyatro görüyordu. Çok etkilendi. ‘Hep gel bunlara! İyi filmler geldiğinde sinemaya da git!’dedi. Sabri Ağabey, Hukuk Fakültesi’ni bitirip yargıç oldu. Kardeşini hiç bırakmadı.Kitap okumaya o alıştırdı. ‘Askerliğini yap, seni Avrupa’ya göndereyim!’ diyordu.Böyle ağabeyler vardı o zaman.”
İşte böyle! İster düş deyin, ister ülkü,o olmadan yaşanır, insan,canlı, evreni oluşturan sayısız ögeden yerine yakışan, işlevini eksiksiz gören, öbür ögelerle dayanışan,dolayısıyla doyumlu, mutlu, dengeli bir varlık olunur mu dersiniz?