10 Eylül 2008 Çarşamba

MAHMUT MAKAL’IN KİTAPLARI

Tarih öğretmeni Arzu Sarıyer’i bana, Nazilli basmalarını tarihin çöplüğüne gönderten, kendilerini de bizi de “küresel harakiri”ye sürükleyen can gözleri körelmiş Batılı sömürgecilerle yerli suçortakları tanıştırdı; basmalardan söz eden yazımdan sonra önce ileti yazdı, sonra telefonla aradı. Telefon görüşmelerimiz sırasında, yazları sevgili Makalllar ile komşu olduklarını söyledi; yetinmedi, ilk fırsatta beni Mahmut Makal’la görüştürdü. Sevgili Usta da, bu görüşmeden sonra, Literatür yayınevini bastığı altı kitabını göndertti:Bizim Köy, Yeraltında Bir Anadolu, Deli Memedin Türküsü, Memleketin Sahipleri, Hâyal ve Gerçek ve Bozkırdaki Kıvılcım: Enstitülüler.
Büyük boyutlu harflerle, özenli kapaklarla, tertemiz basılmış kitapları bize Genel Yayın Yönetmeni Kenan Kocatürk, Yayın Yönetmeni Işıl Özgüner hazırlamışlar; kapak tasarımı Mithat Çınar’ın.
Sevgili Makal, yazınseverlerin yakından tanıdıkları temiz dili, yalın anlatamıyla Anadolu’yu, köyümüzt köylümüzü, öncelikle de bırakılsaydılar hem yurdumuzu, hem bütün ezilip sömürülenleri, giderek sömürenlerin kendilerini bile kurtaracak Köy Enstitülerini işliyor. Bozkırdaki Kıvılcım.Enstitülüler’den önümüze gelen ilk sayfaya açalım isterseniz: M. Asaf Aktan’dan yola çıkarak kaleme alınmış “Ödülüm Yüzlerdeki Sevinçtir”in Tarımsal İşler bölümünde şunları anlatıyor:
“Bağımız, tarlalarımız ve bahçelerimiz vardı. Enstitü’ye bitişik iki yüz dekar yerimiz bunlar içindi. Önceleri çift sürmekte ve yük taşımada öküzler ve atlar kullanıyordu. Sonraki yıllarda bunların yerlerini traktör ve iki kamyon aldı.
Kümesimizde de iyi cins Leghorm ve Rhode Island kavuklarla hindiler besliyorduk.
Enstitü’den üç kilometre uzakta bir vadide Çomaklı adında bir çiftliğimiz vardı. Buranın çoğu yeri el değememiş topraktı. Önce buraya içinde kalınabilecek bir barınak yapıldı. Orman içinde beş yüz metre su yolu açılarak ve künk döşeyerek çiftliğe içme suyu getirdik. Tarlaları sulamak için cılız da olsa akan dereden yararlanacaktık. Sonraları her yeri sulayabilmek için bir su pompası alındı.(…)
Çiftlikte her türlü tahılı yetiştiriyorduk. Bunları hasat edince okulun ambarına koyuyorduk. İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı. Birçok malda kıtlık vardı. Savaş nedeniyle Türkiye’nin çok ülkeyle ticareti kesilmişti. O nedenle birçok yiyeceğimizi kendi ürettiklerimizle destekliyorduk. Örneğin buğday, patates, soğan, karpuz, kavun, üzüm ve çeşitli meyveler bunlardandı. (…)
Enstitü’nün Çakmak bölümünde, Enstitü ile demiryolu arasındaki elli dekarlık yere meyvelik yapılmasına karar verilmiş. Enstitü’nün sınıfları çoğalınca bağcılık ve meyvecilik öğretmeni Reşat Küçükaydın Fransızca öğretmenliğine geçti. Onun bu derslerini Muharrem Tüzüner aldı.
Meyve çukurlarının yerlerinin saptanması yapılacaktı. Öğretmenimiz Muharrem Tüzüner beni, İsmail Nayır’ı, Fikret Can ve Muharrem Dinç’i yanına aldı, marangozhaneye gittik. Orada hazırlanmış kazıkları bir arabaya koyarak meyvelik yapılacak yere taşıdık. Öğretmenimiz madırga (taş kırıcı küçük balyoz) ve urganla geldi. Bizi yanına çağırdı: ‘Çocuklar, fidanların yerlerini saptamak için önce işaretleyeceğiz. Bunun için de bu urgandan yararlanacağız. Yapacağımız meyve dikim yöntemine Kenkons adını veriyoruz’ dedi. Sonra metreyle altı metrelik aralıklarla urganı ölçerek eşkenar bir üçgen meydana getirdi. Köşelerine birer kazık bağladı. Her bir köşesinden birimiz tutarak urgan üçgeni gererek tarlaya uygulaya uygulaya ilerliyorduk; köşelere gelen yerlere Muharrem Dinç birer kazık çakıyordu. Böylece bütün tarla kazıklarla işaretlenmişti. Bunlara hangi yönden bakılırsa bakılsın hep bir sırada görülüyordu. Böylece ekilecek fidanların, büyüdükçe her taraftan güneşi ve havayı bol bol alabileceklerini öğretmenimiz orada söylemişti.
O kış, bu işaretlediğimiz yerlere fidanların çukurlarını açtık. Çukurlardan çıkan üst toprakları çukurların doğusuna, alt toprakları da batısına koyduk. Mart gelince fidanlar dikildi. Fidanları dikerken daha önce teneke içinde taze gübrenin su ile karışımından yaptığımız bulamaca batırıp sonra toprağa dikiyorduk. Bundan sonra da üst toprağı alta, alt toprağı üste koyup fidanı sıkıştırıyorduk. Diktiğimiz kazığa 8 şeklinde bir iple bağlıyorduk. Böyle bağlama ile fidanlar, her yönden esen rüzgâra karşı direnç sağlayabilirler. Bunu da öğretmenimizden öğrenmiştik.
Bizler Enstitü’den ayrıldıktan birkaç yıl sonra, bu ağaçların verdiği meyvelerle Enstitü’nün meyve gereksiniminin karşılandığını öğrenmiştik.”
Şimdi başkanı Amerikalı Türk-Amerikan Eğitim Yarkurulu’nun neden ilk iş olarak bu okulları kapatma kararı aldığını daha iyi anlıyorsunuzdur sanırım. Hemen alın Mahmut Makal Usta’nın kitaplarını.