19 Eylül 2007 Çarşamba

MİLOŞ FORMAN’IN GOYA’SI

Film adını hak eden film görmeyeli kaç ay oldu acaba? O yüzden, Alkazar’ın girişinde Miloş Forman’ın adını görünce ağzımız açık kaldı Nilgün’le; içimizde gizli de bir korku: acaba serbest piyasa, Hollywood bu yeteneği de sulandırıp eritti daha önce birçoğuna yaptığı gibi?
Başaramamış şükür, Miloş, bugüne dek bir sürü nitelikli filmde adını alkışladığımız öykü yazarı Jean-Claude Carrière’le el ele kusursuz bir çekimöyküsü yazmış önce; ne kadar usta bir anlatımcı olduğunu zaten biliyorsunuz.
Fransız Devrimi’nden hemen sonra, Madrid’teyiz; ilk görüntülerde, Goya’nın siyah-beyaz baskı resimleri dolaşıyor elden ele; Kutsal Din Mahkemesi’nin yargıç papazları bunlar. Hemen hepsi bu resimlerde dine saldırıldığını, düpedüz şeytanın övüldüğünü söylüyorlar faltaşı gözlerle. Filmin başkişisi olacak Lorenzo ise, bunların şeytanı övmediğini, tam tersine iblisin tanınması için yol gösterdiğini söyleyerek Goya’yı kurtarıyor; meğer ona resmini yaptırıyormuş.
Büyük Usta, aynı günlerde varlıklı bir işadamının güzel kızının da, İspanya Kraliçesi’nin de resmini yapıyor. Lorenzo’nun gönüllü olarak yöneticiliğini üstlendiği Katolik kurallarının uygulanmasını denetleme kurulu, sudan bir bahaneyle bu güzel kızı zindana atıyor; ve Lorenzo Efendi, yarı süzgün gözleriyle kıza günah çıkartmaya gelip altına alıveriyor.
Tarih kitaplarında hemen hepimizin okuduğu korkunç işkencelerle kızdan gizli Yahudi olduğu, o dinin törenlerini uyguladığı itirafı alınmış, kurtulması hemen hemen olanaksız. Kızın çaresiz babası Goya’ya gelip bir kasa altın da bağışlayarak kızını kurtarması için kendisini Lorenzo’yla görüştürmesini istiyor. Ve filmde göreceğiniz bir kurnazlıkla rahipten aslında kiliseyi çökertmek üzere dinadamı olduğunu, Darwin’in kuramı uyarınca maymundan geldiğimize inandığını dile getiren bir itiraf alıyor; alıyor da, bu belge kızının kurtulmasına yetmiyor, çünkü onu okuyan Kral Kutsal Din Mahkemesi’nden kızı çekip almasına kalmadan, Fransa Kralı, akrabası XIV. Louis’nin kafası uçuruluyor; Forman-Carrière ikilisi tarihi, eytişimi kusursuz bildikleri için, Lorenzo’yu bu kez Napolyon’un ordusuyla İspanya’ya geri getiriyorlar.
Günümüzde de hem siyasal partilerde, hem gazetelerde, üniversitelerde bol bol gördüğümüz fırıldaklara çok çarpıcı bir örnek.
Fransız Devrimi’nin ardından insan hakları, özgürlük, eşitlik, kardeşlik gözde olmuş ya, Kutsal Din Mahkemesi kapatılıyor, zindandakiler bırakılıyor; bizim kız yarı deli çıkıyor çıkmasına, ama ne evi kalmış, ne ailesi. O da gelip Goya’ya sığınıyor.
Bu sığınmanın ardından yaşanacakları filmde göreceksiniz; Lorenzo’nun başında bulunduğu Halk Mahkemesi bu kez Kutsal Din Mahkemesi yargıçlarını yargılayıp ölüm cezasına çarptırıyor.
Ama insanlık tarihi diye yüzyıllardır hepimize okutulan egemenler (?) arasındaki kapışma sürüyor elbet; İspanya’yı kurtarmaya gelmiş Fransızlardan da İngilizler kurtarıyor İspanyolları. Yakılan yıkılan evler. Darmadağın edilen halk pazarları arasında, sarayların balkonlarında yeni krallar kraliçeler beliriyor.
Filmin sonunda, bir alanda toplanmış hem yeni krallarını alkışlayan, hem o günkü şeytan’ın işkenceyle öldürülüşü izleyen halk, sonunda anamalcı küreselleşmeye yol açmış ataerkil düzensizliğin hepimizi aslında hangi cehennem kazanında kaynattığını açıkça gösteriyor.
Atatürk’ün tasarladığı, ama ömrü yetmediği için yürürlüğe koyamadığı, şimdi Küba’da Fidel Castro ile gönüldeşlerinin başarıyla uyguladıkları eğitim birliği sağlanmadan; diyelim ki bizim gibi Cumhuriyetle yönetilecekseniz, o Cumhuriyeti koruyup kollayacak gerçekten bilinçli yurttaşlar yetiştirmeden ağızlarda dolaştırılan özgürlük. bağımsızlık., insan hakları gibi sözlerin aslında yığınları çok daha amansızca köle yapmaya yaradığını kusursuz biçimde gösteriyor Miloş Forman-Jean-Claude Carrière ikilisi.
Yürekten alkış! Ama hemen koşun Alkazar’a, bu başyapıt bir haftadan fazla gösterilmeyebilir.


Cumhuriyet, 19 Eylül 2007

5 Eylül 2007 Çarşamba

“SEN DE KURTULMAZSIN ECEL ELİNDEN”

Amerika’da üretilip üstüne “ ılımlı İslâm” boyası sürülmüş tüketim hapının yutturulduğu insanlar kuşkusuz adını bile bilmez ya da bilenler de unutmuştur; ama Sevil’le ben hemen her gün dinleriz Anadolu’nun onurlu, gür sesi Ruhi Su’yu. Geçen akşam da yoğunçalarlarından (cd’lerinden) Beydağı’nın Başı’nı koyduk aygıta.
Aynı adı taşıyan türküde, Büyük Usta, Anadolu halklarının gelmiş geçmiş bütün birikimini, duyarlığını, soyluluğunu yansıtıyordu söylerken. O türkü ve sonrakiler, talihin inanılmaz armağanıyla, bizim evde alınmış 70’li yıllarda.
Ardından Türkçe’nin büyük ustası, bilgeler bilgesi Yunus Emre’den. Size ezgiyi dinletemem elbet, ama gelin sözleri birlikte anımsayalım:
Dünya Umuruna Meylini verme

Dünya umuruna meylini verme
Sen de kurtulmazsın ecel elinden
Ben filanım diye göğsünü germe
Sen de kurtulmazsın ecel elinden

Hani Meryem, oğlu mu İsa
Elinde ejderha olurdu âsâ
O da kavmi ile cenkeden Mûsa
O da kurtulmadı ecel elinden

İskender de geldi, âlemi gezdi
Zaloğlu Rüstem’in tahtını bozdu
Yunus balığıyla deryayı yüzdü
O da kurtulmadı ecel elinden

Söyler Derviş Yunus, servet-i saman
Tahtı tacı aldı gitti Süleyman
Lokmanlar derdine olmadı derman
O da kurtulmadı ecel elinden.

Şu unutulmaz dizeler bile, binlerce yıldır dünyadaki insan kardeşlerini cehennem kazanlarıyla korkutup sindirenlerin aslında hiçbir yüce güce ve cazaya inanmadıklarını, gözlerin kırpmadan günah işleyip dünya malını talan ettiklerini, halkları kırıp geçirdiklerini kanıtlıyor.
Sonra çağdaş bir ozan, Kul Hasan şöyle diyor Yirminci Yüzyılın İnsalarıyız adlı türküsünde:
Yirminci yüzyılın insanlarıyız
Dünya sulh içinde bayram olmalı
Atom tahriplerin kaldırmalıyız
Laiklik dünyaya Sultan olmalı

Demokrasi insan öldür demiyor
Açılan gülleri soldur demiyor
Hür bağımsızlığı kaldır demiyor
Her fert hür bağımsız olmalı

Kul Hasan’ım aşka sinemi yaktım
Halkın derdi ile eridim aktım
Dört kitap okudum Kitaba baktım
Sağlar hastalara derman olmalı.
Nasıl da küresel yağmaya, çoluk çocuk demeden kıyıma, doğayı düzelmemecesine allak bullak etmeye uygun sözler değil mi? Besbelli bu iki Büyük Ozan da iyice akılsız, çılgınmış. Elbet onları bu kadar inanılmaz yorumlayan sevgili Ruhi Su da.


Cumhuriyet, 5 Eylül 2007