27 Aralık 2006 Çarşamba

FAHİR AKSOY

Sözcüğün tam anlamıyla Aksoylu Fahir’i sanırım kırk yıldır tanıyorum; Balmumcu’da, Ece-Yaşar Şeki çiftinin yaşattıkları İstanbul Modern Sanatlar Galerisi, geçen Cuma akşamı 17 Mart 2007’de 90 yaşına basacak dostuma bir kucaklama düzenledi; son yapıtlarından birkaçı sevenlerin önüne getirildi.
Kucaklamanın ilk konuşması Gürol Sözen’e düştü; çok yerinde bir seçimle, Komagena Krallarından, Nemrut Dağı’nın tanrılarından, sanata-yaşama bakışlarından söz etti ; bütün öbür işlevlerimizin yanında, yiyip içmenin, dostluğun önemini anımsattı coşkulu, yumuşacık anlatımıyla. Doğrusu, Gürol’un vurguladığı Fahir Aksoy, benim tanıyıp sevdiğim, ömür boyu alkışladığım insanı çok iyi yansıtıyordu: tutarlı, inançlı, sevecen, yardımsever, başkalarının yapıtlarıyla mutluluklarına kendisininkiler kadar önem verip özen gösteren coşkulu adam; benim deyimimle, gerçek bir yaşama sanatı ustası!
Bütün öbür ara sanatlar, aslında insan adlı memelinin, yaşamını tam bir sanat yapıtı, bir dans gösterisi, güzel bir resim, unutulmaz bir şiir gibi yaşamasını sağlayacak araçlardır, benim gözümde. Yaşamanın her evresinde çok yakınında olmadım Fahir Usta’nın; ama gerek yazdıklarından, gerek çizdiklerinden, gerek kısa söyleşilerimizden çıkardığım sonuç, benim de birinci sıraya koyduğum bu temel sanata gönülden bağlı olduğunu, kimselere gösteriş yapma gereğini duymadan - ne büyük bir ayrıcalık, ne büyük bir talihtir böyle olabilmek, hele 90 yıl öyle kalabilmek! - yeryüzündeki konukluğunu alkışlanacak bir onurla yaşayıp geldiğidir!
Sevgili Gürol, kısa, özlü konuşmasında bir de maske’den söz etti; yeryüzü sahnesindeki oyunumuzu maskeyle ya da maskesiz oynayan iki kümeyiz; bugün hepimize verilen anamalcı savurgan eğitimin sonucu, büyük çoğunluk ne yazık ki ömür boyu maskeli! Fahirciğim ise, o seçkin, talihli – ama bu dengesiz dağılımdan ötürü, ister istemez de talihsiz – küçük azınlığın içinde yer alanlardandı.
Dünya Kitapları’nın, 2004 yılında, Anı dizisinde bastığı Yaşam Defeterim’in önsözünde şöyle diyor:
“Deneysel açıdan ve içtenlikle yaklaşarak Cumhuriyet Dönemi’nin geçirdiği kültürel ve sanatsal evrelerin içinde yaşamış bir kişi olarak ve de olanaklar ölçüsünde nesnel kalmaya özen göstererek dile getirmeye çalıştığım gözlemlerim, düşüncelerim gerçek olgulara dayanmaktadır.
Kuramsal iri kıyım terminoloji yerine gerçek anlamda naif bir anlatımı yeğlemeyi mizacıma daha uygun buldum.”

Başka bir yerdeyse:
“Özet olarak naif sanat, bir okul ya da akım değildir. Bu nedenle teknikleri birbirine benzemez.
Naif sanatçının temelde, başkalarına benzemeyen karakteri ve önemli ölçüde çocuksu içgüdülerine bağlı olması, eğitimden geçmesi ya da geçmemesi, küçük farklar yaratsa bile, sonuç değişmez; bu farklılık taraflardan birine üstünlük sağlamaz. Uzun yıllar Paris’de yaşamış mimar-ressam Cihat Burak’ın derinlemesine naif duyarlılık taşıyan yapıtları ile İzmir’de dağda yaşayan Şebnem Çamdalı’nın tamamen benzer nitelikteki yapıtlarının aynı kategoride yer almalarına hiçbir engel yoktur. Onları aynı çizgide toplayan en belirgin özellikleri karakteristik duyarlılıklarında yatar.
Değişik okul ve akımlara bağlı bazı sanatçıların yapıtlarında da bu duyarlılık belirgin biçimde kendini gösterir; örneğin sürrealist Chagall’da…”
Sevgili Fahir Aksoy, yaşama sanatının gerektirdiği biçimde, ömür boyu çizdi boyadı, yazdı, dergi, gazete çıkardı, galeri yönetti, kısacası hem sanat gibi yaşamaya, hem sanatın insan kardeşlerine ulaşmasına çalıştı.
O gece, her zamanki gibi özenli giyimine, bir sanat dervişine dönmüş yüzüne bakınca, yerinde bir seçimle tutarlı sürdürülmüş yaşamın somut ödülünü dolu dolu aldığını gördüm.
Ne büyük mutluluk değil mi?