14 Ocak 2003 Salı

BEJART’IN “FINDIKKIRAN”I

Baleseverler içinde Bejart’ı bilmeyen yoktur sanırım.
Fransız kanalı Mezzo iki hafta önce yine büyük bir armağan verdi, benzersiz Usta’nın iki yapıtını birden yayınladı.
İlki, Çaykovski’nin müziklerine dayanarak Marius Petitpas’nın tasarladığı ünlü Fındıkkıran’dı.
Bilirsiniz ister tanınmış bir yazınsal yapıtı sinemaya uyarlamaya kalkın, ister böyle ünlü bir baleyi yeniden tasarlayıp sahneye koymaya kalkın, ikinci yorumcunun en az birincisi kadar yetenekli olması gerekiyor; yoksa, sonuç tam bir düşkırıklığı, giderek sinir bozma oluyor.
Visconti’nin bu konuda akla gelebilecek en doyurucu örnekleri vermiş bir üstünyetenekti.
Bejart’ın balesi de en yetkin örneklerden biri olmuş.
Yaratıcı kafa, gerek müziğin, gerek öykünün ana çizgilerini saklamış, ama ayrıntıya kendi renklerini eklemiş.
Meğer Marius de Maurice gibi Marsilya’lıymış; Bejart, kendi bireysel öyküsünü Fındıkkıran aracılığıyla Marius’ünküne katmış.
Marsilyalı bir düşünürle, baledeki betimlemesiyle, melek gibi bir annenin çocuğu, daha küçük yaşta tiyatroya, canlandırmaya vurgun; bir sahne kuruyor, düşsel kişilere,kendisi oynayarak, serüvenler yaşatıyor.
İlk okuyup etkilendikleri arasında Goethe’nin Faust’undaki Mefisto var: tasarlayıp canlandırdığı Fındıkkıran’da, en yetenekli dansçılarından Gil Roman hem Marius, hem Mefisto.
Değişim, iç içe geçirme elbet bununla sınırlı kalmıyor; anımsayacaksınız, asıl balede öykü küçük bir kızın, prensesin üzerine kuruludur; buradaysa, küçük kız bir oğlana, Bejart’ı simgeleyen Bim’e dönüşmüş.
Bim, Maurice gibi dansçı, bale sanatçısı olmak istiyor; hocası, kılavuzu Marius-Maurice.
Noel gecesi kendisine getirilen armağan, fındık kıracağı, asıl balede sonradan yakışıklı bir erkek olacak bir yontu; buradaysa bir kadın, hem de çıplak bir yontu: Maurice’in güzeller güzeli annesinin ta kendisi.
Kucakta getirilen küçük yontu, az sonra, sahnenin bütününün kaplayan bir yontuya dönüşüyor; başta oğlu, bütün insanları kucaklamaya hazır kollarını açmış bekliyor; Bim birkaç kez yontunun kucağına tırmanıp yanağına ulaşmak öpmek istiyor, aşağı yuvarlanıyor.
Derken yontu olduğu yerde dönüyor, arkası açıp, içi ışıklı, çiçekli; oradan sülün gibi bir balerin çıkıyor – annesi – gelip Bim’i kucaklıyor, bir süre dansedip sonra kol kola ışıklı, çiçekli karna dönüyorlar: herkese vaat edilen CENNET bu besbelli: anamızın sıcacık karnı.
Arada tasarlanıp uygulanan klasikle çağdaş karışımı danslar her zamanki gibi soluk kesici.
Yola çıktığı örnekten tek bir dansı aslına uygun giysilerle, devinimlerle saklamış Bejart: başdansçı kızla oğlanın ikilisi. Ama ona da kendi damgasını vurmadan edememiş: özgün dansta dansçılar birer yontu gibi dururken, burada sevişen iki insan gibi birbirlerine bakıyor, gülümsüyorlar. Yaratıcılık ayrıntıda .
Bu tadına doyulmaz yapıtı, neyse ki, gerçek sanatseverler için, TRT iki bölüm halinde vermiş.
Bu şölenin ardından, l973 yılında,Milano’ya uzandık; Maurice o zaman 46 yaşında, Belçika’da yaşayıp çalışıyor.
Daha önce tanışıp yapıtlarına bayıldığı Pierre Boulez’in Ustasız Çekiç adlı yapıtını sahneye koyacak; yapıtı altı çalgı, bir şarkıcı seslendiriyor; onlar balede, altı erkek bir kız oluyorlar.
Dansçıların her biri ayrı bir ulustan;erkek dansçılardan biri vurguluyor, Bejart her dansçının kişiliğine dikkat eder, onu bastırmaya değil, tam tersine kendisinin bile o güne dek bilmediği yanlarıyla ortaya çıkarmaya çalışır.
Bu söz, benim Bejart yapıtlarına neden doyamadığımı çok yalın anlatıyor.
Belgeseli BBC çekmiş, yapıtın hazırlık dönemindeki çalışmalar görüntülenmiş, arada kazalar, terslikler,her yeni duruma çok kısa sürede uymalar.
Ölçülü,iyice tartılmış, yoğun şiirsel konuşmalarından birinde şu unutulmaz lafı etti:
İnsanoğlu, bütün etkinliklerinde, iletişimin ardında koşar; insanlarla, kendi kendisiyle, yapıtla, dahası göremediğimiz, ama varolduklarına kuşku bulunmayan acunsal güçlerle iletişim kurmaya çalışır; dolayısıyla, her yeni yapıt, bütün bu alanlarda bize yeni iletişimler kazandırır.
Görsel şölenler sözlerle anlatılamaz, biliyorsunuz: ben de size Ustasız Çekiç’i anlatamam.
Daha önce de bir kez yazmıştım, keşke şimdiki anlatım olanaklarıyla, keşke gazeteler görüntülü olsaydı ya da ben bunları bir televizyonda antatırken size bu yapıttan bölümler gösterebilseydim.
Adını saptayamadığım, daha l6 yaşındaki bir yedek dansçı kızın, baş balerinin kaza geçirmesinden sonra inanılmaz kadar kısa bir sürede onun yerini alışını, korkular içinde hazırlanmasını, kimbilir ne heyecanlar içinde ilk gece dans etmesini, salon alkışlarla inlerken, sevgili ustasınca kucaklanıp yanağının okşanmasını, duyduğu, inanamadığı cennet mutluluğunu gösterebilseydim.
O arada küçük, ama son derece önemli bir ayrıntı: Petitpas, Bejart ve Roland Petit’nin üçünün de Marsilya’lı oluşları; ve Maurice’in Londra’ya Marius’ün yaşayan son öğrencilerinden birinin yanında dansetmeye başlamazdan önce, dansa Petit’nin topluluğunda balaması.
Benim için, şu anda, çağdaş bale sanatının en yüce iki yorumcusu da, olasılık-gereklilik sonucu Akdeniz’li, Marsilya’lı.
Umarım ömürleri uzun, çok uzun olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder