8 Mart 2006 Çarşamba

AYLİN ÖZGÜL

Aylin Özgül’ü, İstanbul Fotoğraf Merkezi’nde açtığı Vapuristanbul sergisiyle tanıyıp sevdim. Adının çağrıştırdığı kadar özgün görüntüler yakalayıp bize aktarmıştı.
Aylin, 1966’da Ankara’da doğmuş; Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi’nde sahne ve görüntü sanatları eğitimi görmüş.
Gültekin Çizgen’le birlikte yaptığı bir gezide fotoğrafa vurulmuş; “dünyaya fotoğrafça bakmanın, bu duyguyu insanlarla paylaşmanın sınırsız haz ve heyecanını tatmış”.
2000-2002 yılları arasında İFSAK’ta renkli ve siyah-beyaz seminerlerine katılmış, oradaki “Şehir Hatları Vapurları” konulu siyah-beyaz belgesel çalışmasında yer almış. Bu çalışmanın sonunda daha uzun süreli, daha geniş kapsamlı bir çalışma yapmayı kararlaştırmış.
O arada yolu ister istemez İstanbul Fotoğraf Merkezi’ne düşmüş; Nevzat Çakırile Mehmet Kısmet’in öğrencisi olmuş.
Aldığı eğitime uygun bir işe girmiş, Metal Yapı adlı kuruluşun tanıtım bölümünde görev almış.
Hep söylüyorum ya, ömrümüz Demokritos’un o güzelim ikilisince belirleniyor: olasılık-gereklilik; Aylin için doğrusu çok verimli çalışmış bu ikili: hem büyük bir tutkuyla sevdiği bir hüner, uğraş edinmiş; hem de bu beceriyi en güzel değerlendirebileceği bir işe girmiş. Milyarlarca insana düşmeyecek bir talihle, işyeri, biriktirdiği güzel görüntüleri dört dörtlük bir kitapta toplamasını sağlamış. Ben nice usta ressam ya da fotoğrafçı tanıdım yaşamım boyunca, değil böyle bir kitap, şöyle ele gelir bir kitapçık yüzü göremeden göçüp gittiler bu dünyadan.
Çektiği, seçip bize sunduğu görüntülere bakınca, Aylin’in önce kendini, yaşadığı dünyayı, üzerindeki canlı cansız varlıkları; sonra özel olarak İstanbul’u, denizini tepesini, koyunu martısını, gemisini coşkuyla sevdiği görülüyor. Ne mutlu!
O ince uzun gemilerde gelip gidenleri, çalışanları sevecen gözüyle kucaklayıp görüntülemiş; sabahın ilk seferinde, erken kalkıp uykusuna doyamamış insanların pabuçlarını çıkarıp sıralara uzanışı; belki artık kullanılmadığı için çiçek bahçesine dönüştürülmüş Fener iskelesini; bekleme salonundan çıkıp talkı yola doğru yürüyenleri; iskele önünde balık ayıklayıp satanları; önünde hazır bekleyen iki tostuyla görkemli semaveri;makine dairesinin ortasındaki boş koltuğu; giden geminin ardından gelecek sefere kadar işsiz ve yalnız kalan karlı çanı; hamsili pilavın başına çökmüş insanları; onların yiyeceği pilavı karıştıran aşçıyı; bir Boğaz iskelesinin yanında yatan üç kayığı;yakında belki tarihe kavuşacak Haydarpaşa Garı’nın sanırım kaptan köşkünden görünüşünü; belli belirsiz Sarayburnu görüntüsü önündeki üç çalgıcıyı; kolu bilezik, elleri yüzük dolu gazete okuyan hanımı; çaydanlığın önüne sıralınmış güleryüzlü emekçileri; güvercin dolu iskelede giden gemiye bakan adamı; Kaptan Gündüz Aybay gemisi geçerken bir ağıcın dibinde karda oturan kadını; Kadıköy vapurundan Haydarpaşa Garı’na değil de denize bakan adamı; arabalıyla karşıya geçerken yorgun atının üstünü örten, torbasını boynuna geçirmiş meyveciyi; uzaklaşan gemisi, uçuşan martıları, kargasıyla Beşiktaş parkını sergiyi gezemeyenler için sunuyor bu özenli kitap.
“Ben bir İstanbullu olarak, tüm İstanbul halkının sevgilisi bu kıymetli kültür mirasını belgeleyerek gelecek nesillere aktarmaya gönüllü oldum.(…) Yaşadığımız çağın gereklerini yerine getirirken, geçmişimizden bize miras kalan kültür hazinelerimizi, geleneksel değerlerimizi teknolojinin acımasız ve tüketici sürecine kurban etmememiz gerekir” diyor Aylin.
O bir düşçü, sanatçı; oysa geçmişi bilmeyen, geleceğe hiç aldırmayan, şu anda olabildiğince çok parayı cebe indirmeyi yaşama biçimi seçmiş tanımdışı canavarların böyle bir kaygısı yok. Acımasız ve tüketici olan uygulayım (teknolji) değil, paradan başka bir amaç gütmeyen anamalcılık, buyuruculuk, sömürücülük.
Tek başına ne Aylin’in gücü yeter bu canavarı yola getirmeye, ne de başka birimizin; belki evrensel etkiye tepki yasası, Güney Amerika’daki gibi, en umutsuz anda bütün insanlığa yeni bir umut kapısı açar.
Yoksa, zaten insanın bu güzelim mavi gezegende yaşamaya hakkı kalmaz.
O belirsiz güne dek, Aylin’e, Fotoğraf Merkezi’ne, Metal Yapı’ya içten teşekkürler.


Cumhuriyet, 8 Mart 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder