5 Haziran 2002 Çarşamba

MUZAFFER AKYOL

Leyla-Nevzat Metin’in Bilim-Sanat Galerisi,Dolmabahçe Ekin Merkezi’nde “Dünden Bugüne Muzaffer Akyol Resim Şöleni”düzenledi.
Bu yapıdaki sergilerden herhangi birini gezdiniz mi bilmem?uçsuz bucaksız gibi duran alan,taş duvarlar,aralardaki sütunlar sergilenen yapıtlara doğal bir derinlik katar.
En son,Erol Akyavaş’ı tatmıştım bu uzamda.
Bu kez,her yanına Muzaffer bezedi.
Leyla ile Nevzat’ın bastıkları güzelim kitapta,babasının Muzo’ya bir sorusu var:”uşağum,kaç resim yapacaksın da bu iş bitecek?”
Babasının ne iş yaptığını kitaptan öğrenemedim,ama tuttuğu işte ürettiği ya da ortaya koyduğu neyse,ömür boyu,kaç milyar kez yineledi acaba?
Burada insanın usuna hemen Nâzım’ın ünlü Bach şiiri geliyor: salkımlarda tanelerin tekrarı...
Zigana Dağı’nın eteklerinde doğan bu Karadeniz uşağı,kendi deyişiyle,evrendeki “gizilgüç”ün bağışladığı yetenek ve tutkuyla,daha küçük yaşta Güzellik Tanrıçası’nın yamağı olmuş.
Muzo’nun “gizilgüç” dediğine,yüzyıllar öncesinin gönül gözüyle bakma ustası atası Demokritos “rastlantı ve gereklilik” demişti;çağımızın bilimadamları,bizi doğaötesine savurur kaygısıyla, rastlantı’nın yerine olasılık’ı geçirdiler:evren ve içindeki her şey,sonsuz bir olasılık Okyanusu’nda yüzüyor.
Muzaffer,yaşamındaki olasılık-gereklilik akışını,Anadolu çocuklarının çoğuna düşmeyen bir talihle,şimdiye dek,kendisini hep sağlam bir limana ulaştıracak biçimde kullanmış doğrusu.
Küçük bir terslikle az kalsın atılacağı orta öğretime dönebilmiş;sonra, resim yorumcusu olabilmesine en uygun işe,öğretmenliğe girerken de yıldızı parlakmış.
Hele,bir kerecik tanınan bir olanakla,Güzel Sanatlar Akademisi’ne girebilmesi,tam anlamıyla Büyük Piyango!
Ancak,sayısız insana çıkar büyük piyango;sorun, nasıl kullanacağında:Muzaffer onu dört dörtlük kullanmış.
Bedri Rahmi gibi bir söz ve renk ustasına düşmesi de bu ikramiyenin bir parçası;kıvrak Karadeniz anlağı,orada da işine yaramış;kendi deyişiyle değişik çiçeklerden bal özü almak üzere,okulu bitirene dek,değişik ustaların işliklerinde sürdürmüş oluşumunu.
Gizilgücü yardım ediyor ya,bence, en önemli dönemeçlerden biri,Beyza Gönensay-Kemâl Tanındı çiftiyle tanışması olmuş:gönlüne göre bir galeriye,şimdi artık soyu tükenen,gerçekten sanatsever iki insana kavuşmuş.
Kusursuz basılmış kitabına beş saygıdeğer insan katkıda bulunmuş.
Kitabın 350. sayfasında,Mustafa Kemâl’in Kurtuluş Savaşı kahramanlarına vereceği ödülü almaya dedesinin yerine babasıyla İstanbul’a gidişlerini anlatıyor;Dolmabahçe Sarayı’nda Mustafa Kemâl’in elinden ödülü alışlarını,Hâlide Edip’le aynı masada oturuşlarının öyküsünü okursanız, resimlerindeki gibi,düşle gerçeği iç içe geçirişinin gizini yakalarsınız sanırım.
Bugüne dek okuduğum e güzel,en eksiksiz şiiri tanımı Mallarmé’ninkidir: şiir,zar atmaktır.”
Demek ki,ister sözle,ister sesle,ister renkle,ister bedensel devinimle,ister sözsüzoyunla yazılsın, şiirde boş yok;bir-bir de bir sonuç,altı-altı da.
Muzaffer’in renkle ya da sözle şiiri arayışı da buna ayak uydurmuş,uyduruyor elbet.
Esrikliği’nin içten olduğuna kuşku yok.
Daha yaşı genç;ama yeryüzünü dolduran milyarlarca insan arasında ayrıcalıklı,talihli kişilerden biri olduğu açık:düşlerine yakın bir ömür sürebilmiş.
Bu sergiyle bu kitap kuşkusuz hakettiği ödüller.
Ona ve sanatseverlere bu Şölen’i tattıran Leyla-Nevzat Metin çiftine teşekkürler.

Cumhuriyet, 5.6.2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder