13 Nisan 2005 Çarşamba

DENKTAŞ’A SELAM

Mikrokozmos’u, görmüş müydünüz? O güzelim belgeseli hazırlayanlar, mantık gereği, bu kez işin özünü, oluşumu ele almışlar: Yaratılış, Büyük Sır.
Gerçi “yaratılış” diye çevirmişler, ama sözcüğün aslı oluşum: nereden geldiğini bilemediğimiz – araya sakalllıları sokup açıklamayı sürdürdüğümüz – kara delik’te saklı acunsal enerji günün birinde kılıfını kırıp uçsuz bucaksız evrene yayılmaya, genleşmeye başlamış. O arada kendi çevresinde de sürekli dönüyor; bu kesintisiz devinim sırasında, zamanın bir noktasında, göze görünmeyen enerji yoğunlaşıp ilk bulutsuları, ardından yıldızları, gökadaları, ve elbet Samonyolu’nu oluşturuyor. Sonra güneş dizgesi, yerküre; ve bize göre uzunca bir evrimin sonunda, bu yuvarlak gezegen üzerinde su, hava, bitkiler, denizler, denizde ilk tekgözeliler.
Filmin yaratıcıları, çok yerinde bir kararla, görüntüleri dillendirme işini Afrikalı bir bilge-ozan’a vermişler; belki biliyorsunuz, atamız şempanze ya da bonobo, bugünkü Habeşistan’da, göller yöresinde yerin yarılıp bir dizi püskürük dağ oluşturmasından, Hindistan’dan esen bereket kaynağı Musonların kesilmesinden sonra, iç kesimde, ağaçlardan inip hem yiyecek bulmak, hem de öbür yırtıcılara karşı canlarını korumak üzere iki ayak üstünde koşmaya başlamış.
Kara bilge, önündeki bir tas suda oluşumu, evrimi özetlerken, iki sabun köpüğü yarattı; sabun köpükleri, dönmelerini sürdürürken birbirlerine doğru gidip kaynaştılar: sevi, başka bir deyişle, memelilere özgü çiftleşme doğmuştu.
1+1=3 denkleminden sonra, canlı varlığın varlığını sürdürebilmesi, beslenme, barınma, üreme işlevlerine bağlanmış; bunun içinse, yaşadığı alanın işaretlenmesi, sonra korunması gerek; o zaman hem dişiler, hem besinler ve barınaklar için kavga boy göstermiş.
Ancak, bu özetlediklerimiz varlıkların ilksel dönemleri için geçerli olsa da, insan için, hele hele tarımı, artı-ürünü bulduktan sonra yürürlükten kalkmalıydı; ama öyle olmadı, olamadı biliyorsunuz:Avrupa’da yaşayan kimi açgözlüler, yaşadıkları yerlerden binlerce kilometre ötedeki ülkelere, kaynaklara göz diktiler; o gözler hâlâ dikili.
Denktaş, tıpkı Atatürk gibi, gelip geçici birer sabun ya da enerji köpüğü olduğumuzu çok iyi biliyor: er geç acunsal yaşam enerji okyanusuna geri dönüp eriyeceğiz.
Ama bunu hiç duymamış, ya da kazara duyduysa çoktan unutmuş kimi çılgınlar, yerküredeki okyanusları aşıp yaşama alanına, olanaklarına el koymaya gelmişler; üstelik bu işi son derece allı pullu sözlerle, düzmece ilke ve ülkülerle yapıyor, yapmak istiyorlar.
Soylunun soylusu Denktaş haklı olarak çığlık atıyor: şu daracık yaşama alanını, yalnız insan için geçerli bağımsızlığımı, egemenliğimi elimden almayın!
Binlerce yılın sömürüsüyle yozlaşmış öbür sabun köpükleri nereden geldiklerini, nereye döneceklerini unutmamış olsalardı, bütün birimlerin, görünen görünmeyen bütün öğeciklerin sımsıkı birbirine bağlı ve bağımlı olduğu evrende bağımsızlık, egemenlik terimlerine gerek kalmayacaktı ; ama kendileri için bunu en kör bencillikle isteyenler, canlı cansız bütün öbür varlıklara bu hakkı tanımaya yanaşmıyor bir türlü.
Belgeselde bir daha vurgulandı: canlı varlık, canını sürdürebilmek için, gerektiğinde kendi türdeşini bile yutuyor. Ama bir daha anımsatıyorum: beslenmek, barınmak, üremek için artık bu ilkel yöntemlere gereksinmesi kalmayan insanın bu yamyamlığı sürdürmesi, aslında DAYANIŞMA’yı da ilkeleri arasında bulunduran evrensel mantığa uyuyor mu?
Böyle yapamayacağımızı gösteren çok uyarı var: ozon katmanını deliyor, havakürereyi ısıtıyor, buzulları eritiyoruz; kısa bir süre sonra, birçok ada, ülke, kent haritadan silinecek.
Sayın Rauf Dektaş bütün bunları eksiksiz biliyor; dolayısıyla çığlığı yalnız Kuzey Kıbrıs Türkleri için değil, insanlık için, canlı cansız bütün varlıklar, şu güzelim Mavi Gezegen için.
Beni gözyaşlarım, alkışlarım da, onurlu yaşam savaşçısı Rauf Denktaş için.



Cumhuriyet, 13 Nisan 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder