10 Ağustos 2005 Çarşamba

YILMAZ DİKBAŞ

Yılmaz Dikbaş’ı bana kentdaşı Hicran Karabudak tanıttı, bir yazısını yollayarak.
Hicran da Yılmaz gibi gölgesiz kuşkusuz, inançlı bir ilerici; CUMOK’un yanında birkaç örgütte daha kullanıyor enerjisini, zamanını, giderek cep harçlığını.
Dikbaş, adıyla yüzde yüz uyumlu bir dünya yurttaşı: başı dik mi dik, bilinci açık mı açık, inancı kaya gibi; belli ki iyi İngilizce biliyor; durmadan çalışıyor, düşünüyor, oluşturduğu bileşimleri en yalın ve çarpıcı anlatımla yazılara döküyor; sonra yararlanabileceğini umduklarına gönderiyor.Ayrıca iletişim ağındaki sitesi herkese açık: www.kalinka.com.tr
Ondan bir yazı geldi mi, yüzlerce kitap okumuş gibi oluyorum; şimdiye dek gönderdiklerinden kimisini kısaca anayım.
AB Hapisanesi adlı yazısında, yakından bilenlerin çok iyi akıl erdirdikleri bir çarkı anlatıyordu: eski sömürgeciliğin yerine bu allı pullu zokayı takmış olan AB’nin ilk kurucu üyeleri, elbet ağaları ABD ile el ele, yeni üyeleri, adayları soyup soğana çevirmek üzere nasıl bir dümen döndürüyorlar?
Avrupa Birliği Kaçakçılık,Rüşvet ve Sahtekârlık Batağında başlıklı yazısında, Doğu Perinçek’in, hani şu beylik halkerki teriminin yerine geçirdiği çeteerki’ne uygun olarak, eski başkanların, başbakanların, banka yöneticilerinin, kamu temsilcilerinin üstelik bizim gibi ikinci ülkeleri değil, kendi yurttaşlarını, canlarını dişlerine takarak ödedikleri vergilerini nasıl yürüttüklerini anlatıyordu: yılda tam 5 milyar dolarlık bir yağma!
Buna bağlı olarak, küresel özelleştirme-güzellişterme sonucu, her yerde devlet yatırımdan, iş alanı açmaktan kaçtığı için, çığ gibi büyüyen her alandaki işsizlere hızla katılmakta olan Avrupalı işsiz doktorları ele almıştı Avrupa’nın İşsiz Doktorları’nda.
Şimdi ancak Dikbaş gibi gerçekten bilinçli olanların ayrımına vardıkları yüzlerce yıllık uyutmanın sonucu olarak, bilirsiniz, şöyle bir söylence işlemiştir hepimizin bütün beyin gözelerine: burada aksayan her şey uygar Avrupa’da, Amerika’da tıkır tıkır işler.
En iyi niyetli insanlarımızın bile dilinde bir deyiş daha vardır: Aydınlanmış Avrupa.
Dikbaş’ın sivri iğnesi bu balonu da deliyor Fransız Medyası ve Silah Üreticileri başlıklı tadına doyulmaz yazıda.
Bizdekinden daha önce, daha amansızca nasıl bütün gazeteler, dergiler, televizyonlar, kısacası bütün iletişim-bilişim araçları, yayınevleri Dassault ve Legardère ailelerinin tekeline geçmiş! Bu ortamda artık özgür basından, eleştiriden, emekçilerin hakkından söz edilebilir mi? edilir elbet, Erol Manisalı’nın güzelim benzetmesiyle, kazana atılmış, suları yavaş yavaş ısıtılan kurbanları uyutmak üzere ninni diye söylenir.
Yukarıda çeteerki dedik ya, alın size bir kanıt da komşumuz Yunanistan’dan, hem de Mart 2005’te yeni seçilen Kostas Karamanlis’in ağzından: “Ülkeyi Beş Pezevenk Yönetti!”
Üstelik bunu yapanlar halkın önüne bir toplumcuyuz, eşitlikçiyiz, toplumsal adaleti getireceğiz diye çıkanlar! Her yerdeki gibi.
Dikbaş’ın bütün taşlardan daha değerli yazıları sürüp gidiyor. Son olarak Ç.A.’nın Eşekliği’ne değineyim.
Bir zamanlar benim de oy verdiğim, 76 yaşında, artık salyalarını toplayamayan bir amca var; genç bir gazeteci kıza:”Köşe yazarı diye bir müessese yoktur dünyada!” buyurmuş. Hem de kendisi şunca yıldır hiç hak etmediği köşe’lerde insanlarını uyuturken.
Dikbaş durur mu, hemen en ünlü İngiliz gazetelerini taramış, The Guardian’daki, The Independent’taki, Observer’daki, Financial Times’daki, The Mail’deki köşe yazarlarını dökmüş. Boşuna! İnsan onurunu ayaklar almışsa, bütün tükürükleri yağmur sayar!
Bu seçkin yaratık’la ilgili bir anı vardı Hıfzı Topuz’un Parisli Yıllar’ında: bir gün, Paris’in orta yerinde, durduk yerde: Ben ortaklaşmacıyım! diye bağırmış; hınzır Hıfzı durur mu? Aman yavaş ol, şuradakiler sivil polis, deyince, amcamız aynı sesle düzeltmiş:Şaka yaptım canım.
Sözün kısası, kazanımızdaki suyun dört bir yandan ısıtıldığı günlerde uyanık kalmak, yurdumuzda köle durumuna düşmemek istiyorsanız, Yılmaz Dikbaş’a koşun, güzelim yazılarını okuyun, okutun!
10.8.2005, Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder