21 Eylül 2005 Çarşamba

GEÇ KALMADAN UYANMAK

Önce, Turgut Özakman’ın tam zamanında hazırladığı Şu Çılgın Türkler’den kısa bir alıntı.
“ Yarbay Salih:’ Lloyd George bir açıklama yapmış’ diye homurdandı, ‘Sevr Antlaşmsı yırtıldığına göre, artık taraflara silah satmak serbesttir’ demiş. Şu hâlde Yunanlılara yeniden silah satmaya başlayacak bunlar.
Mustafa Kemâl Paşa’nın yüzü gerildi.
‘Bu sorun değil. Zaten Romanya ve İspanya üzerinden gizlice silah satıyorlardı. Sorun, Mr.Lloyd’un bin toptan daha tehlikeli olan anlayışı. Sevr Antlaşması’nın Yunanlılar açısından yırtılmış olduğunu söylemek istiyor. Anlaşılıyor ki Yunanlılara yeni ödüller verecek. Bizimse, bu rezil antlaşmanın bütünüyle yırtılması için dövüşmeyi sürdürmemiz ve tartışmasız üstün gelmemiz gerekiyor. Çünkü bu fraklı, rugan iskarpinli salon haydutları için hakkın önemi yok, ancak kanla ikna oluyorlar.”
Bu sözler, Mustafa Kemâl’in, TBMM’nden Başkomutanlık yetkisini alıp Sakarya Savaşı için hazırlık yaptığı günlerde söylenmiş. Önce Sakarya Savaşı, ardında Dumlupınar’da başlayan büyük saldırıyla Kurtuluş Savaşı kazanıldı.
Ama Lozan’a, ancak kanla aklı yatırılanlar’la görüşmeye gittiğimizde, bu kez başka bir rugan iskarpinli, Lord Curzon ne dedi İsmet Paşa’ya: görüşme masasında vermek zorunda kaldıklarımızı, bizden parasal yardım istemeye geldiğinizde, birer birer geri alacağız!
Ve ne yazık ki, Mustafa Kemâl Atatürk’ün ölümünden sonra, 2. Dünya Savaşı biter bitmez ABD’nin başını çektiği buyurucu, sömürücülere boyun eğen İnönü’nün başlattığı teslim oluşun son evrelerini yaşıyoruz: 82 yıllık Cumhuriyetimizin bütün birikimleri, kazanımları hem de yok pahasına bu şaşkın, gözü dönmüş, kendi canlarını da uçuruma sürüklediklerini hiç düşünmeyen gerçek çılgınlara satılıyor.
Dolara, Avrupa lirasına teslim olmamış birkaç sendika, birkaç oda canla başla direniyor; art arda bozma, yürütmeyi durdurma dâvâları açıyor, çoğu kez kazanıyor da; ama uşaklar ve efendileri yılar mı? döndürüp yeniden önümüze sürüyorlar baldırgan suyunu, hadi naz etmeyin, bir dikişte için, doğruca Cennet’e gideceksiniz, diyerek.
1919’lardaki anlayışlarında en küçük bir değişiklik yok, yalnız sözcüleri, gözcüleri, maşaları değişti. O gün Lordlar konuşuyordu hepsi adına, bugün başkanlar, başbakanlar, Papalar! Hep bir ağızdan bağırıyorlar: TÜRKLERE AVRUPAYI BIRAKIN, ANADOLU’DA DA YER YOKTUR,GELDİKLERİ YERE, ORTA ASYAYA DÖNSÜNLER!
Vahdettinlerin şimdiki kopyaları bütün ayakları da yalasalar, yarın gelip Ayasofya’nın önünde buradaki cüppeliyle birlikte Anadolu’ya gelmekle, İstanbul’u alıp o güzelim Bizans İmparatorluğu’na son vermekle ne bağışlanmaz bir günah işlediğimizi yüzümüze çarpacak Papa’nın da, kankardeşi Sığır Çobanı’nın da çatık kaşları gevşemeyecek.
Bunlar bilinenler, daha doğrusu bilinmesi, unutulmaması gerekenler; ama bu kez saldırı mayının, tüfeğin yanında asıl dolarla yürütüldüğünden; yeterince döneği satın aldıklarından, Ulusal Kanal’ın, ART’nin, Kanal Türk’ün dışında onları size anımsatan yok.
Güzeller güzeli Atamız’ın ulusun efendisi saydığı ¬– bana sorarsanız da, yaşamak istiyorsa, bütün dünyanın öncüsü, temeli olması gereken – köylümüz, çiftçimiz sokağa dökülmüş, Erdemir, Seydişehir, Telekom, Tüpraş için savaşan işçi kardeşleri gibi, aldığınız buyruklarla her şeyimizi tükettiniz, bir canımız kaldı, onu da açlıktan vermek üzereyiz! diye bağırmakta. Ama o haykırışların birinde bir örgüt önderinin de gösterip söylediği gibi, iletişim araçları yalnız televoleden söz ediyor!
Ve dünyamızın öbür köşesinden bir halk çocuğu, Chavez, hem de artık acıklı güldürüye dönmüş şu BM’ler kürsüsünden, yeter artık, bu örgüt gerçekten dünya uluslarını temsil edecekse, ABD’den çıksın, örneğin Güney Amerika’ya taşınsın! diyor. Beş dakikada sözünü kesmeye kalkışan başkana da: Bay Çalı 20 dakika konuştu, ben de o kadar konuşacağım! yanıtını verebiliyor.
Ülkemde hiç böyle biri kalmadı mı?
Cumhuriyet, 21.9.2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder