5 Nisan 2006 Çarşamba

AYTEN YETİŞ DOĞU

Ayten Yetiş Doğu’yu, Taksim’de Atatürk Kitaplığı’nda açtığı sergiyle tanımıştım; kimselere benzemeyen büyük yalın çanak resimleriyle. Renklerindeki duruluk, mavinin çeşitleriyle ulaştığı anlatım daha ilk bakışta ilgimi çekmişti.
“Okula başlamadan önce duvarlara resim yapmayı çok severdim. Cağaloğlu’daki evimizin yanında boş bir arsa vardı. Oraya eski reklam tabelalarını koyarlardı. Büyük büyük. Ben kimse yokken onların arkasına resim yapardım. Ne zevk…”
Kalabalık aile yapısının dinamik ve sevgi dolu ortamında, paylaşmanın ve sevginin, güven duygusunun temelleri atılır.
“Yedi çocuklu aileye bakmak kolay değildi. Hatırlıyorum, sebze ve meyveler halden kasayla alınırdı. Hiç unutmuyorum, erkenden karpuz kavun at arabalarıyla satılırdı. Zaman zaman da bir araba karpuz ya da kavun alındığı olurdu. Çok misafirimiz olurdu. Zaten biz kalabalığız. Bir de eş dost. Annem, ailesinin yaşadığı Afyon’un yöresel yemeklerini çok güzel yapardı. Babam, babasının erken ölümü nedeniyle okuyamamış, ama çocuklarını eğitmek için çok çaba harcamıştır. Örneğin, iki ablama keman ve mandolin dersleri aldırmıştır. Halkevi’nde, Ziya Aydın Tan yönetiminde orkestraya katılmışlar, konser vermişlerdir. Ayrıca Mesude Ablam da Şef Hulusi Öktem yönetimindeki Üniversite Korosu’na katılmıştı.”
Bu mutlu çocukluk, gençlik yılları silinmez bir iz bırakmış Ayten’de; gerek resimlerinde, gerek karşılaştığınız zaman yüzünde, davranışlarında o güzel yılların güzel çiçeklerini rahatça görürsünüz.
“İlkokul öğretmenimiz yaptığımız resimler arasından beğendiklerini okulun çeşitli yerlerine asardı; koridorlara, öğretmen odasına, hattâ Müdür’ün odasına. Benim resimlerimi de beğenir o odaların duvarlarına asardı.”
“Bir müsamereye hazırlanıyorduk. Ben ressam olmuştum, bir arkadaş ziraat mühendisi, bir diğeri de mimar. Gerçekten de ilerde o mesleklerde yer aldık. Öğretmenimin sezgileri çok kuvvetli olmalıydı. Benim ressam olabilecek yetenekte olduğumu anlamıştı.”
Sizin anlayacağınız, Demokritos’un “rastlantı ve gereklilik” ikilisi Ayten’in yazgısını çok erken saptamışlar. Sonra talih de yardım etmiş, Akademi eğitimi gelmiş. Adnan Çoker'in öğrencisi olmuş.
“Adnan Bey, öğretmek için pervane gibi çırpınan bir hocaydı. Beraber sergilere giderdik. Sergide yer alan resimler üzerinde yorumlar yapar, tartışmaya açardı. Saatler yetmezdi. Yolda bile bir şeyler anlatmaya çalışırdı. Ertesi yıl atölyelere dağıldığımızda da bizlerden kopmadı. Yardımcı olmak istedi. Hattâ kompozisyon konusunda, haftanın belirli günlerinde boş bir sınıfta dersler de verirdi.”
Derken, 1968’de sanatın başkentlerinden Viyana’ya gitmeye karar verir.
“Viyana’daki araştırmalarımda hep yalınlık üzerinde durdum. Düşünceyi en yalın biçimde göstermek istiyordum. Biçimde, renk ve çizgi aynı değerde öğeler olarak görünmeliydi. Tek tual ve tek nesneyle sanatsal mesajlar verebilme üzerinde çalıştım.”
Doğrusu, daha işin başında kendine saptadığı ereğe ulaşmış Aytan; gerek 12 Nisan’da Akim’de açacağı sergide, gerek oradan alabileceğiniz kitabında çeşitli dönemlerde işlediği vazolara, kır görünümlerine, Boğaz resimlerine bakınca bunu siz de göreceksiniz.
Onun yapıtlarında günümüzün, çağımızın sorunları, dertleri, savaşları, kıyımları yok; bu allak bullak dünyada yaşayan insanlar da yok. Aytan Yetiş Doğu, kusursuz bir masal dünyasında yaşamayı, onu yansıtmayı seçmiş, göremediğim içinde fırtınalar kopsa da.
Sanat sığınıp şöyle bir soluk alacağımız dingin bir vâhaysa, Ayten’in dört dörtlük bir vâha yarattığı açık.
Sağol canım, masal da olsa, düş de olsa, insan kardeşlerine bu vâhayı hazırladığın için!

Cumhuriyet, 5 Nisan 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder