26 Temmuz 2006 Çarşamba

“HERKES HERKES İÇİN”

Metin Aydoğan’ın “Ülkeye Adanmış Bir Yaşam: Atatürk ve Türk Devrimit adlı son kitabından burada söz etmiştim; Nilgün şimdi onu bitirmek üzere; okurken kendisini sarsan bölümleri benimle paylaşıyor. Bunlardan birini aktarayım şimdi:
“Gelişmenin amacı, insanları birbirine benzer kılmaktır.(…)Dünya birliğe dünya yürüyor; insanlar arasında sınıf, derece, aktöre, giyim kuşam, dil, ölçü ayrımı gittikçe azalıyor. Tarih, yaşam kavgasının, ırk, din, ekin ve eğitim yabancılaşmaları arasında olduğunu gösterir.(…) Düşünce olarak benimsediğimiz dayanışma kuramının gereklerini, uygulamada, toplumsal kazanımlar adı altında toplayabiliriz. Bu kazanımlara, devlet toplumculuğuna yaklaşarak varılabilir. Bu yol, yasa yoludur. Örneğin, iş yasası, kentlerde ve işyerlerinde sağlığı koruma yasası, bulaşıcı hastalıklara karşı koruma yasası, işçilerin yaşlılık ve kazalara karşı korunması yasası, hasta ve yoksul yaşlılara yardım yasası, çiftçi sandıkları yasası, ucuz konut yapılması yasası, okullarda öğrencilerin yararlanacağı ortaklıkların kurulması yasası, bu gibi kuruluşlara devlet bütçesinden yardım. Bu ve buna benzer yasalar çıkarılıp uygulanır. Dayanışma, bu toplumsal önlemlerle sağlanmış olur. Başkasına yapılan iyilik, bize de iyiliktir; başkasına yapılan da bize de kötülüktür. Bu nedenle, iyiliği sevmek, kötülükten kaçınmak gerekir. Yaptığımız işler, çevremize sevinç ya da acı biçimde yansır. Buysa bize bir bilinç görevi yükler. Dayanışma. Bizi başkalarına karşı hoşgörülü kılar. Çünkü başkalarının kusurları, genellikle, bizim de istemeyerek bu suça ortak olduğumuzu gösterir. Sonuç olarak dayanışma, ‘herkes kendisi için’ yerine ‘herkes herkes için’ düşüncesini getirir. Bu düşünce toplumsaldır, ulusaldır, en geniş ve yüce anlamında insancadır.”
Başka bir yerdeyse şunları söylemiş Ulu Önder:
“Devlet, ülkenin güvenlik ve savunması için, karayollarıyla, demiryollarıyla, limanlarla, deniz araçlarıyla, telgraf ve telefonla, tarım ve hayvancılıkla, her türlü taşıtla, ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle yakından ilgilenmeli, onları korumalıdır. Saydığım değerler, ülke yönetiminde ve savunmasında toptan, tüfekten, her türlü silahtan daha önemlidir. Özellikle para, bütün öbür araçların üstünde bir varlık silahıdır.”
1923-1938 arasında, Türk lirası Amerikan lirasına hemen hemen denktir; Atatürk’ün hastalığının ağırlaştığı son dört ayda birden bu denge bozulmaya başlar.
Küba’daysa, şu anda, ulusal para peso dolardan daha değerli.
Bunu sağlamadan ulusal egemenlik ve bağımsızlık gerçekleştirilebilir mi?
Bugün varsayımsal AB üyeliği uğruna yukarıda sözü edilen bütün kavramlara, bütün ilkelere sırtını döndü ülke yöneticileri, işleyimcileri, etki ve yetki sahipleri; oysa bunlar yalnız güzelim Türk halkı için değil, bütün insanlık için altın değerinde saptamalardı. Nitekim, Atamızın bu kusursuz bakışını benimseyip var güçleriyle yaşatmaya çalışanlar, Fidel, Chavez, Morales ve benzerleri, paraya tapanların hepimize dayattıkları amansız, acımasız yarışın yerine yeniden dayanışmayı geçirdiler, sağlamlaştırmaya çalışıyorlar.
Küba Dostluk Derneği’inde unutulmaz bir konuşma yapan Prof. Dr. Pedro A. Valdes-Sosa, fırsat düştükçe, “Küba’da toplumsal, bilimsel kurumlar arasında yarış değil, DAYANIŞMA vardır” diye yineledi.
Chavez, geçen gün, “Avrupa da, Amerika da, insanları köleleştirdikleri için diz çöküp yüksek sesle özür dilemelidir; bugünkü Amerikancı yaşama biçimi, bütün insanlığı ölüme götürür” dedi.
Bakalım dönülmez noktaya gelmeden bu uyarıları dinleyebilecek, koyunlar gibi kendi bacağımızdan asılma şaşkınlığının yerine HEKESİN HERKESİ GÖZETEREK yaşaması sevincini geçirebilecek miyiz?

Cumhuriyet, 26 Temmuz 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder