22 Ekim 2008 Çarşamba

DAĞLARCA

Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı, 1955-60 arasında Fransız Dili ve Yazın bölümünde okurken gördüm ilk kez; Fen-Edebiyat Fakültesi’nin sağındaki yolda kitapevi vardı. İrfan Yalçın’la derslerden çıkışta uğrardık; kısa boylu, ciddi yüzlü bir insan otururdu bir köşede. Geleni gideni elbette çoktu. Biz daha öğrenci yazınseverler olduğumuz için, yanına gitmeyi göze alamamadık.
1964’ten sonra, sevgili Memet Fuat’ın De Yayınevi’ne gelip gitmeye, çeviriler yapmaya başlayınca, Büyük Usta’nın şiirlerini daha düzenli görüp okur oldum, hem Yeni Dergi’de, hem yıllık seçkilerde.
Yakından tanıyanlar, şiirini derinlemesine sevenler biliyor, ömür boyu bir tutarlılık, soyluluk anıtı olarak kaldı; göze çarpmak, ilgi çekmek, adından söz ettirmek için sözün gerçek anlamında değil parmağını, kılını bile oynatmadı, kimsenin oynatmasına da izin vermedi. Şimdi artık en sıradan, en rezil hokkabazlara bile yakıştırılan sanatçı nitelemesinin canlı, anıtsal örneğiydi. Ne mutlu ona da, canı kadar sevdiği Türk ulusuna da.
Kitaplığımızın raflarında Cem Yayınevi’nin bastığı toplu yapıtlarının 11 cildi var; bu, o inanılmaz üretken insanın kesintisiz akan şiir ırmağının o yıla kadarki dökümüdür elbet; ondan sonra sürekli üretti, yarattı. Şimdi gelin bu doyulmaz şiir pınarından birkaç tas içelim birlikte:
GECELEKLER
Görürdüm uçtuğunu / Geceleklerin/ Gagaları kıpkızıl
Biri ikisine değercesine / Yaşıyordum / Yüzbinini
Yatak odaları sımsıcak / Yıldız doğurduğu yuvalardır / Geceleklerin
Gecelekler / Tanrının son yaratığı / Tanrıdan sonra oluşan
Yaşı yoktur / Gözleri yıllanır hep / Geceleklerin
Soluğu yoktur / Yüreği dolar boşalır karanlıkla mavilikle / Geceleklerin
Peki kim gecelek / En yalnızı / Sevenlerin daha.
Bu şiiri, daktiloyla saman kâğıda yazmış, 1.8.1975’te bana imzalamış; şiir seçmek için kitabını açınca sekize katlanmış olarak içinde buldum; hangi koşullarda aldım bu eşsiz armağanı, çoktan unuttum; olsun, şu anda yeniden kavuştum ya.
GANALI’CIK
Ganalı’cık / Yağmurla giderdi okula / yağmurla gelirdi
Ganalık’cık / Yağmurla yarış ederdi / Giderken gelirken
Ganalı’cık / Yağmura türkü söylerdi uzun yolda
Dinlerdi yağmurun türküsünü
Birgün yağmadı yağmur / Gitmedi okula / Sordu annesi: Neden?
Ganalı’cık / Dedi, okul öyle uzak ki / Nasıl gideyim ben arkadaşsız?
KALKINAMAMAK
Kırk bin köy, yıllar yılı, yönelmiş Ankara’ya
İnanır inanamaz.
Allar içre gün ama, gökler yasından,
Allanır allanamaz.
Yaşar o, yaşamaz o, açlığa yoksulluğa,
Dayanır dayanamaz.
Gölgesi kavakların Kızılırmak’ta yavaş,
Yıkanır yıkanamaz.
Bir eldir Anadolu’m, batıya ta batıya,
Uzanır uzanamaz.
Dağ gelir gecesinden, kırk bin köy üzre akdağ,
Uyanır uyanamaz.
Sözün gerçek anlamında ardında bize dağlar kadar şiir bırakan bu soylu varlığa kimse Nobel Ödülü vermedi, başkentlerde ağırlamadı, yanında gözüküp saygınlığından pay kapmadı; olsun. Siz alın o güzelim kitaplarını, gittikçe batağa gömülen dünyamıza inat, içinizi yıkayın, şiirinin billûruyla özdeş kılın kendinizi.
bertanonaran@hotmail.com

Cumhuriyet, 22 Ekim 2008.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder