8 Ekim 2008 Çarşamba

“ELİPEPSİ VE DEHA”

Bu, sevgili Yılmaz Dikbaş’ın son kitabı; yine AsyaŞafak yayınevi bastı. Kitabı ona, öğretim üyesinden çok meddahı andıran birinin Epilepsi ve Orgazm adlı safsatası yazdırdı.
Gerçi örgensel boşalma (orgazm) ile sara arasında hiç değilse bedensel çırpınma benzerliği var, ama birincisinde insan hazların en büyüğünü duyup sınırsız bir erince ulaşıyor, ikincisiyse beyni de, bedeni de korkunç derece yıpratıp yoruyor; ama meddah amcamız kitabını aslında ülkemizde ve dünyada çok sayıda insanın acısını çektiği bu önemli rahatsızlığı aydınlatmak üzere değil, Dikbaş’ın da değindiği gibi, günün birinde arabasında kapalı kalan, camı balyozla kırılıp kurtarılan, gizemli biçimde hastaneye koşturulan bir siyasetçiyi yaralamak, yıpratmak için kaleme almış.
Sevgili Yılmaz Dikbaş, her zamanki sorumlu, titiz yaklaşımıyla konuyu en geniş en bilimsel açıdan eli alıp işlemiş; önce saranın tanımını, tarihçesini, sağaltım yöntemlerini; ardından, bu hastalıkla ilgilenmiş insanları; 3. Bölüm’de, sara ile ilgili olguları; 4. Bölüm’de, dünya yazınındaki sarayı ele almış büyük yazarları; 5. Bölüm’de sara ile cinsellik arasındaki ilişkiyi; 6. Bölüm’deyse saralı ünlüleri irdeliyor.
Dikbaş’ın bu değerli çalışmasında, bütün yapıtlarında olduğu gibi, konu bütün boyutları ve uzantılarıyla ele alınırken, birçok Batılı önyargıya değinilip işin dorusu vurgulanıyor; bunlardan biri, aslında yalnız tıbbı değil, bütün uygarlığı Eski Yunan ve Roma’dan başlatan ön ve sonyargı uyarınca, sarayı ilk kez Hipocrotes’in ele alıp tanımladığı; oysa İ.Ö. 2000 ‘lerde, Hintliler, Ayurveda adını verdikleri bilim ve ekin dalında sarayı tanımlamış, tanısı ve sağaltım konusunda ayrıntılı bilgiler aktarmışlar.Hipocrates’ten 200 yıl önce yaşamış bilge-hekim Atreya, bu rahatsızlıkla ilgili tanı ve sağaltım yöntemlerini dile getirmiş.
Dahası, Areya’dan da en az 1 000 yıl önce, Babilli hekimler sarayı incelemiş, “Babil Tabletleri” diye bilinen belgelere geçirmişler; bunların 40 tanesi Britanya Müzesi’nde sergilendiği halde, Batılı sömürgeci onlara ne bakmış, ne baktırmış, dünyanın talanını kolaylaştıran uygarlığın kökeniyle ilgili masalı yüzyıllardır bilerek sürdürmüş, sürdürüyor.
Aynı alçakça yaklaşım Ön-Türklerin ilk yazıyı,dolayısıyla uygarlığın temelini bulmuş olmalarının gözlerden ve bilinçlerden bilerek saklanmasında karşımıza çıkmıyor mu? Sevgili Kâzım Mirşan ile Halûk Tarcan paha biçilmez çalışmaları olmasa, insanların en sıradışılarından biri olan Mustafa Kemâl Atatürk’ün, henüz bu iki araştırmacının kanıtlarından yoksunken dile getirdiği olguları, bilgileri nasıl akıl edecek, bunlara nasıl inanacaktık?
Yılmaz Dikbaş¸ yukarıda değindiğim titizlik ve sorumluluk duygusuyla, siyasetçinin rahatsızlığı sırasında tutulan hekim tutanaklarını elde etmiş, onları kendi uzman arkadaşlarına göstermiş, Epilepsi ve Orgazm’da öne sürülen dedikoduların doğru olup olmadıklarını da araştırmış.
İnsana, beyne, sinir dizgesine meraklı bir dünya yurttaşı olarak, Dikbaş kadar ayrıntılı değilse bile, bu tatsız rahatsızlık konusunda ben de bazı şeyler okuyup öğrendim; buna göre sara, beynin bir ya da birkaç hücresinin kısa devre yapıp ‘elektrik fırtınası’na yol açmasıyla ortaya çıkıyor; sağaltımında da, görece yalın bir yöntem uygulanıyor: bu fırtınaya yol açan hücre ya da hücrelerin yeri saptanıyor, beyne ince bir elektrotla giriliyor, ucu 50 derecinin üstünde kızdırılıyor, hücre ya da hücreler yakılıyor; fırtına kesiliyor.
Bu, yüzyılımızdaki, hastalıklar aracılığıyla insanları soyup soğana çevirmeye yanaşmayan dürüst insanların yaklaşımı; oysa, bilineceği ya da kestirileceği üzere, saralı insan kardeşlerimize hemen bütün dünyada, içine şeytan ya da cin girmiş gibi bakıldı, bakılıyor; dolayısıyla hiç hak etmedikleri hâlde, aşağılanıyor, küçümseniyor, dışlanıyorlar.
Nitekim, Dikbaş’ın kitabı yayınlandıktan kısa bir süre sonra, bir okuru aramış; bu değerli yapıtın kendisini ne kadar sevindirdiğini, güçlendirdiği söylemiş; o güzelim insan kardeşimiz, az önce değindiğim çarpık yaklaşımdan ötürü, rahatsızlığını eşinden bile saklıyormuş; bereket sara nöbetleri gece geliyormuş.
Sözün kısası, hemen alıp okuyun, okutun Yılmaz Dikbaş’ın bu saygıdeğer yapıtını.


Cumhuriyet, 8 Ekim 2008.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder