22 Nisan 2009 Çarşamba

FİLM ŞENLİĞİ

Her yıl Film Şenliği yaklaşırken içimizde bir korku beliriyor: bu yıl acaba hangi yaprakların döküldüğünü göreceğiz? Bu yaprak dökümü, küresel yozlaşma’nın seline kapılıp boğulacak yönetmenleri anlatıyor. Çok ender olarak bunun dışında kalanlar var, örneğin Miloş Forman gibi; kimisi de Ettore Scola gibi, zırvalamaktansa susmayı seçiyor.
Bu yılki kurban, Bertrand Tavernier idi; onca dürüst, çarpıcı filmini izlediğimiz adam, teslim olmuş; gitmiş korkunç bir Amerikan uyutması çekmiş. Bu küresel çürümeye kafa tutuyormuş gibi araya birkaç küçük masal ekilmiş: güvenlik görevlisi cebinden çıkardığı paralarla batağa düşmek üzere genç kızları kurtarıyor (?); dünyayı kasıp kavuran siyasal-parasal çeteden tombul bir amca ya da kızların pazarlanmasına aracılık eden bir Zenci kıyasıya dövülüyor, tamam! Çok ayıp, çok yazık!
Buna karşılık, İnti İllimani, Bulutların Şarkı Söylediği Yer, sanat olmayı hak eden sinemanın ne anlatacağına, nasıl anlatacağına insanı sevindiren, umut aşılayan bir örnekti. Şili’li bir avuç genç üniversite öğrencisi, hem kendi halklarının, hem de bütün Güney Amerika halklarının müziklerini, şarkılarını diriltmek; o arada toplumsal kavgaya katılmak; ülkelerinin, dünyamızın kara yazgısını değiştirmek üzere kurmuşlar bu topluluğu. 1973’te, dünyanın demokrasi Azraili ABD’nin yumruğuyla güzeller güzeli Salvador Allende ezilince İtalya’ya sığınmış, tam 15 yıl sürgünde yaşamışlar; Pinochet adlı can alıcı devrildikten sonra dönmüşler. Arayış, gidenlerin yerine her ulustan her yaştan yeni katılımlarla sürmüş, sürüyor.
Topluluğu oluşturanların kısa bireysel öykülerini izlerken, aslında 30 yıllık Güney Amerika, giderek dünya tarihini bir kez daha gözümüzün önüne getirip düşünmüş oluyoruz. Çok çarpıcı, arıtıcı bir yapıt. Göremeyenler üzülmesin, NTV belgesel kuşağında gösterilecek yıl içinde.
Son olarak, Tavernier gibi eski bir ustayı, Francesco Rosi’yi, Salvatore Giuliano’yu seçmiştik Nilgün’le. 1964’te çekilmiş bu siyah beyaz şiir bizi hiç düş kırıklığına uğratmadı.
Burada da öykü, yaşamakta olduğumuz, ataerkil-anamalcı düzensizlik sürdükçe tepemizden eksik olmayacak, Tavernier’nin de ele alıyormuş gibi yapıp sinema izleyicilerini göz göre kandırdığı siyaset-mafya-güvenlik gücü ortaklığı.
Ama Rosi daha filmin yazılarında, seslerle, müzikle, hangi dünyaya gireceğimizi; neler yaşayacağımızı, neler tanıklık edeceğimizi duyuruyordu.
Dünya kaynaklarının paylaşımı için çıkarılan 2. Dünya Savaşı sona ererken inanılmaz yoksunluklar, yokluklar içinde kıvranan yeryüzü köşelerinden birinde, Sicilya’da, insana da öbür canlılara da en küçük bir yaşama kolaylığı sunmayan kıraç topraklarda, öbürlerine göre gözü daha kara bir delikanlı, Salvatore Giuliano, sonraki yıllarımıza damgasını vuracak olan Amerikan kaynaklı saldırı uyarınca, İtalya’nın, Sicilya’nın ortaklaşmacılığa savrulmaması için adam kaçırmaya, öldürmeye, toplantı basmaya girişiyor. Ve elbette bütün bunları kendi başına yapmıyor; en bilinen adlarıyla ünlü Hıristiyan Demokrat siyasetçilerin, onlarla her saniye işbirliği yapan güvenlik güçlerinin buyruklarıyla, izniyle, yönlendirmesiyle gerçekleştiriyor.
Sevgili Rosi¸ bütün bu dolapları; onlara aracılık maşalık eden sıradan insanları inanılmaz bir yalınlıkla, soluk soluğa bir kurguyla anlattı.
Dünyamız; üzerinde yaşayan, sayıları gittikçe artan insanlar bu akıldışı, doğaya, evrene aykırı gidişten kurtulmak; 50 yıldır Küba’da, şimdi de yavaş yavaş bütün Güney Amerika ülkelerinde canlı örneğini gördüğümüz gerçekten uygar, barışçı, dayanışmacı düzene kavuşmak istiyorlarsa, hangi dalında olursa olsun, sanatın yalnız bunları, böyle dile getirmesi gerekiyor.
Tavernier’nin sokuşturduğu gibi, ortalıkta sis falan; her şey apaçık gözümüzün önünde. Ancak, görebilmek için can gözümüzün, can kulağımızın bir daha kapanmamak üzere açılması gerekiyor!


Cumhuriyet, 22 Nisan 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder