23 Nisan 2003 Çarşamba

“ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE?”

Fransız kanalı Klasik Müzik bir süredir bir dinletiyi yineliyor: Verdi’nin Requim’i seslendiriliyor.
Yorumcular arasında Pavarotti de var; ama bu kez öbür dinletilerindeki gibi senli benli, alımlı çalımlı değil; gözlüğünü taktı, efendi gibi yorumluyor. Sesini biliyorsunuz; adam gibi söyleyince, nefis.
Elbet orkestrayı biri yönetiyor; gelip sıçrayarak çıktı kürsüsüne: kafasında Yahudi takkesi.
Verdi katolik, kent Napoli, çalgıcılarla şarkıcıların büyük çoğunluğu katolik sanırım; belki protestanlar da vardır; ama müslüman olamaz aralarında. Bu sonuncularla takkeli yöneticinin tek ortak yanı, çüklerinin budanmış olması.
Yapıtı dinlerken adamın takkesi gözümün önünden gitmiyor, sürekli aklımı kurcalıyor: ya öbür inanç sahipleri de kendi özel simgeleriyle, giysileriyle gelseydiler, n’olacaktı?
Katolik Verdi bu yapıtı yalnız kendi inançdaşları için mi besteledi?
Naziler, sürüdeki kara koyunların kolay seçilebilmesi için, Musevilerin göğüslerine birer sarı yıldız diktirmişlerdi; o simge utanç vericiydi; peki şu takke ne: övünç kaynağı mı, alınan öcün - kimden? ne için?- belirteci mi?
Ayrıca, sürü kime göre? İsâ’nın sürüsündeki kara koyunlar mı saptanacak, Mûsa’nın sürüsündekiler mi, Muhammed’inkiler mi? Peki ama hepsinin küçük sürüleri Tanrı Baba’nın büyük sürüsünün zorla bölünmüş parçacıkları değil mi? Görüyor musunuz orkestra yöneticisinin en azından benim başıma açtığı sorunları!
Bir süredir, Henri Laborit’den ödünç aldığım bilgileri, kavramları yineliyorum:
Biz insanlar, sandığımız, savunduğumuz, bu uğurda sayısız savaş çıkardığımız gibi, bir ırkın, bir ulusun, bir dinin, bir yörenin öğesi, bireyi değiliz.
Evren adını verdiğimiz anabütün’ün sayısız altbütünü’nden yalnızca küçücük bir parçayız: üstümüzde biraz daha büyük olan dünya adlı altbütün var; o da kabaca iki kola ayrılmış: canlı varlıklar, bizim cansız sandıklarımız ; sandığımız diyorum, çünkü yakın zamanlarda atomun parçacıklarından protonun içini görüntülemişler: aralıksız olarak dört bir yana ışıklar saçılıyor, şimşekler çakıyor, dünyanın oluşum günlerindeki gibi.
Demek ki Yahudi, Katolik, Müslüman,Protestan; Türk, Fransız, İngiliz, Amerikalı diye bağımsız altbütün ‘ler yok; parçala ve yönet’i ilk kim akıl ettiyse, onun uydurup kafalarımıza soktuğu virüsler bunlar.
Bir zamanlar Şemsi Yastıman’ın yavşak ağzıyla söylediği bir türkü vardı:
Şeytan bunun neresinde?
Elindeki güzelim Anadolu çalgısına, saza dil uzatan softaya soruyordu bunu?
Benim de içimden adını anmaya da, belleyip aklımda tutmaya da gerek görmediğim şu şaşkın Yahudi’ye sorasım geliyor:
Tanrı bunun neresinde?
Eğer senin takkeye sıkıştıysa, biz ne yapacağız?
Senin güzelim bir yapıtın yorumuna bu takkeyle gelmeye hakkın varsa, Afgan kadınlarının zorla Burka’ya sokulmalarına kim, nasıl karşı çıkacak?
Yine Laborit: Biz, başkalarıyız, der.
Kişiliğim, özgürlüğüm sandığın saçmalıkları kafana ağlama duvarının dibinde zırlayıp Cumartesi günleri yaşamayı yasaklamaya çalışanlar sokmadı mı?
Dönek Malraux, 21. Yüzyıl’ın inanca dönüş çağı olacağını buyurmuş bir ara: ee, işimiz iş demektir!
Çekin kılıçları, füzeleri, doğraşalım!
Cumhuriyet, 23.4.2003

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder