14 Mayıs 2008 Çarşamba

“KÜÇÜK ARI KOVANI”

Kübalı küçük arıları bize, José Marti Küba Dostluk Derneği’de, Ulvi İçil tanıtmıştı; Esra Karaköse ile birlikte hazırlayıp çevirdikleri Küba Çocuk Tiyatrosu Kumpanyası, La Colmenita adlı kitabını armağan ederek. Katıbı Yazılım Yayınevi basmış,
Kitabı karıştırınca gördüm ki, daha başka birçok şey gibi, Kübalı çocukları binlerce yıllık ataerkil, birkaç yüzyıllık anamalcı öğütümden kurtarmak üzere tiyatro sanatından yararlanmayı düşünen, bunun için ilk oyunları yazan Küba’nın büyük önderi, ozanı, düşünürü, savaşçı José Marti imiş.
Sonra Sevil, Nilgün, ben, soylu, onurlu Küba halkının 6.5 milyarlık anamalcı, yarı-anamalcı dünya karşısında 50 yıldır toplumcu, dayanışmacı, eşitlikçi toplumsal düzeni yaşatmaya, ayakta tutmaya çalışma denemesini üçüncü kez tatmak, içimize sindirmek üzere Havana’ya uçtuk 21-29 Nisan tarihleri arasında. Gerek kılavuzumuz Suzet Baycu’nun, gerek Küba’da önümüze düşen Aristides Perez Perez’in açıklamaları eşliğinde, bu kez gezmediğimiz yerleri gezdik, bilmediğimiz ayrıntıları öğrendik.
Aristides’in söyledikleri arasında şu çok önemliydi:durmadan bize anamalcı dünyanın saldırısı karşısında çökecek, dağılacak, toplumcu düzenden vazgeçecek misiniz diye soruluyor; oysa 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, bir gecede, dış satımın %85’ini yitirmiş; yaşayabilmek için ister istemez anamalcı para babalarına seslenmek zorunda kalmıştık; ancak, onlardan parasal yatırım yardımı alırken, düzenimizden, ülkümüzden, aktöremizden en küçük bir ödün vermedik; bundan sonra da vermeyeceğiz. Örneğin ben Devrim’den sonra doğdu, kuruluş yıllarını görmedim elbet; ama Devrim’i ve öyküsünü okulumda öğrendim, bütün varlığımla benimsedim, şimdi ben de kendi çocuklarıma bunu olduğu gibi aktaracağım.
Uyanık masal gibi yaşadığımız bir haftadan sonra, döndük. Dönüşümüzde, gerçekten sıra dışı bir armağan bekliyordu bizi: Küçük Arı Kovanı, Ankara Devlet Tiyatrosu’nun çağrılısı olarak yurdumuza gelmişti; 27 Nisan’da Nâzım Hikmet’in şiirlerini okumuş, 29 Nisan’da Andersen’den Masalları , 30’undaysa Kül Kedisi’ni ikişer kez oynamışlar. 3 Mayıs Cumartesi günü sevgili Ferhan Şensoy’un Ses Tiyatrosu’nda, yine Kül Kedisi ile Andersen’den Masalları sunacaklardı; biz ancak ikinci oyuna yetiştik. Keşke orada olsaydınız da, kızlı oğlanlı bu güzel çocukların sözün gerçek anlamında sıra dışı gösterisini izleseydiniz bizimle birlikte! Bizim Köy Enstitüleri’ndeki anlayışla iğdiş edilmedin, doğal yeteneklerini geliştirmeye bırakılan bu olağanüstü varlıkların nasıl kişilikli, yaratıcı, sevinçli olduklarını gözlerinizle görebilseydiniz! Çünkü Anadolu topraklarında doğmuş bizler,1938 Nisan’ından beri içine kapatıldığımız Amerikan zindanında, memelinin evrenin bağışladığı dirimsel gücü doya doya kullanmayı çoktannnn unuttuk.
Ertesi gün, bu kez Kadıköy’deki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’de yeniden kucakladık güzelim Küçük Arıları; yetiştiğimiz ilk etkinlikleri, nasıl yetişip çalıştıklarını gösteren eğitim çalışmasıydı. Sıra dışı yönetmen-eğitmenleri Carlos Alberto Crameta Malberti’nin yönetiminde, oynayacakları alanı, üzerinde durdukları toprağı, kendi bedenlerini, öbür oyuncu arkadaşlarını beş duyularıyla tanıyıp bellemeyi canlı olarak gösterdiler bize; sözün gerçek anlamında bir yaşama şöleniydi.
Sonra, en tepedeki salona çıktık; burada Türkiye çağrılınca hepimize vermek üzere tasarladıkları, ve yalnızca bir hafta çalışmaya fırsat bulabildikleri Nâzım Hikmet şiirlerinden seçmeleri okudular, daha doğrusu canlandırdılar. O kadar ki, içlerinden biri, dilini anlayamasak da, alabildiğine duyarak, inançla bu şiirlerden birini okurken, oyuncu kızlardan biri, gözümüzün önünde, hiç çekinmeden, saklamaya çalışmadan, şıpır şıpır gözyaşı döktü.
Onları izlerken, dinlerken, dopdolu bağrıma basarken, ben de ağlıyordum: ama benimki, yalnız Nâzım’ın duyarlı dizelerine değildi, kendime, kendimize, bütün insanlığaydı: önce ataerkil zorbalık, ardından anamalcı kıyıcılık altında, hepimizin yaşamı boşa gitmişti, gidiyordu. Oysa, sevgili Atamızın ışığıyla açılmış Köy Enstitüleri yaşasaydı; onlardaki eğitim-üretim bütün topluma yayılsaydı, şimdi tıpkı Küba halkı gibi, sözün gerçek anlamında soylu, onurlu, bağımsız, yaşama sevinci dolu varlıklar olacaktık!
Son olarak, bu unutulmaz Küçük Arılar’la birlikte, daha önce Film Şenliği’nde gördüğümüz Viva Cuba filmini izledik; Carlos Alberto’nun eşi, ses aygıtları uzmanı Janet Rodriguez del Sol ile daha ana karnında yeteneklerini doya doya yaşamasına olanak yaratılmış kızları Maria Carla Gremata Rodriguez hemen yanıma oturdular: ve inanılmaz, Maria’nun minicik parmakları avucumda.
Bize bu paha biçilmez armağanı hazırlayan, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne, Küba Dostluk Derneği’ne, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’ne ve o sihirli Küçük Arıları evlerinde kucaklayanlara yürekten binlerce teşekkür!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder