30 Nisan 2008 Çarşamba

“BU ÖZGÜR BİR DÜNYADIR”

Bu, İstanbul Film Şenliği’de seçtiğimiz üç filmden birinin adı; Ken Loach çekmiş; Loach, günümüz dünyasında insanı gerçekten şaşırtmayı sürdüren ender bir avuç insandan biri: küçük Küba’nın dışında hemen bütün dünya anamalcı zorbalığa teslim olmuş, çıldırmış, o bu ortamda hâlâ dürüst, tutarlı, sorumlu. Olacak şey mi?
Film Polonya’da başlıyor, Ange diye çağrılan Angela, oraya yeni köle pazarına gelmiş, her uğraştan her yaştan eski emekçi yeni köleler arasından, üstelik avuç dolusu haracını vererek İngiltere’ye hanımların beylerin ayak işlerini yapmaya gönderilmek için çırpınan talihsizleri ayıklıyor.
Başka bir sahnede onu, kalabalık bir barda görüyoruz; seçilenler arasından şakacı bir oğlanla konuşurken, az ilerideki masada oturan hoyratlar sesleniyor, ister istemez gidiyor, hart diye poposu avuçlanıyor; çığlığı basıp avuçlayanın suratına içkiyi fırlatınca köle devşiriciliğinden oluveriyor.
Sonra Rose adlı arkadaşıyla kafa kaya verip kendisi köle pazarlayıcı olmaya girişiyor; o arada, 25 yaşında emekli olup elinde bira bardağı televizyonun karşısına çakılmış eşi hiç ilgilenmediğinden, biricik oğlu okulda uyumsuzluk yapmaya başlıyor, anasına yosma diyen başka bir oğlanın çenesini kırıyor; dolayısıyla oğluyla da ilgilenmesi gerek. 30 yıldır aynı işte çalışmakla suçladığı babasıyla anasının uyarılarını dinlemek şöyle dursun, sinirleniyor.
Köle pazarlama işini kuruyor; başında en azından belgesi pasaportu olanları bulup işverenlere götürüyor; ama işverenler de İMF’nin, Dünya Bankası’nın, serbest piyasanın sillesini çoktan yemiş; kimse zamanında ödeme yapmıyor; kabak bunların başına patlıyor. Rose yâni Gül uyanık, epey para biriktirmiş; keşke bunları ağlayıp sızlayan aç yuvasız işçilerimize biraz dağıtsaydık dese de, çoktan şeytanlaşmış meleğin, Ange’nin gözü çoktan kararmış: oğlunu da alıp rahat yaşama kaçmaya kalkışıyor, oyunun kaçınılmaz cilvesi, hem de kar maskesi takmış güvenlik güçlerince dövülüyor, parası alınıyor, dilsiz kalması karşılığında oğlu geri gönderiliyor.
O arada, en büyük köle pazarlayıcı gerçek bir mafya çetesinin pasaportsuz işçi getirtip sunduğunu, bu yasadışı iş yüzünden hapis ya da para cezası değil, yalnızca bir uyarı (?) aldığını öğreniyor; Rose’u razı edip kendisi de bu işe girişiyor. Ve anamalcı düzensizliğin kaçınılmaz kısırdöngüsü, dün iş bulmalarına aracılık ettiği İranlı ailenin güzelim kızlarının sığındığı derme çatma karavanları kendi kölelerini yerleştirmek üzere boşalttırmak üzere güvenlik güçlerine haber veriyor; bu, biraz daha insan kalmış Rose’un koptuğu an.
Sonra mı ne oluyor? Ange’yi, Ukrayna havaalanında görüyoruz, pasaportsuz köle toplamaya gelmiş! Sakın burada: “Aa, şu Ange’ye ve İngiltere’ye bak, nasıl da çürümüşler!”deme tuzağına düşmeyin, çünkü ÇÜRÜME KÜRESEL!
Ve çarpıcı rastlantı, sevgili Bânû Avar, TRT’de kanallar arasında koşturulan sıra dışı belgeseli Sınırlar Arasında’nın bu haftaki bölümü Gül Devriminin Ardından Tiflis’te, bir köprünün altındaki “amele pazarı’nı getiriyor gözümün önüne: beş yıl önce, Sovyetler Birliği içinde yer alan Gürcistan’ın daha çok Sovyet Savunma sanayisine donanım, yedek parça falan üreten fabrikalarında çalışan her yaştan insan orada, bütün dünyada son can alıcı simit olarak sarılınmış yapı işlerinde karın tokluğuna çalışabilmek için gün boyu, kimi zaman günlerce, karın yağmurun altında bekleşiyor.
Belgeselin bir sahnesinde, Amerikan büyükelçiliğinde, kafalarına kutsal mı kutsal küçük Yahudi takkelerini oturtmuş ABD Musevileri, danışmanlar, askerler, siyasetçiler, Gürcistan’a ve hedef ülke Rusya’yı çevreleyen bütün uluslara nasıl demokrasi ve özgürlük getireceklerini konuşuyorlar. Aslında yol da çoktan belli: bütün dünyadaki eski diktatörlerin, silah ve uyuşturucu üretici ve satıcılarının, büyük banka sahiplerinin, kralların kraliçelerin Atlas Okyanusu’nun bir köşesindeki eski Hollanda sömürgesi küçücük adadaki bir hesapta toplanmış paralarını yönetip yeryüzündeki tüm kirli işlerin çevrilmesinde, ulusal çıkarları gözetmeye kalkan yönetimlerin düşürülüp yerine koşulsuz Amerikan, Batı, anamalcılık uşaklarını getirmekle görevli Soros Efendi saçıveriyor dolarları, iş tamam!
Ken Loach’un bu gülle filmini korkarım kimse alıp sinemalarda göstermez; o zaman siz de dvd’sini bulup izleyin lütfen, hepimizi doğruca cehenneme götüren şu bencil, kör tüketim harakirisinden kurtulmaya yardım etmek istiyorsanız!
bertanonaran@hotmail.com


30 Nisan 2008,Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder