16 Mart 2005 Çarşamba

SAİM BUGAY

Bilim Sanat Galerisi, AKM’de, Saim Bugay’ın Hayvanlar ve Eşşekoğlueşşekler sergisini açtı; bir de kitabını bastı.
Salonun üst bölümünde maymun,baykuş fil, kaplumbağa gibi bir dizi hayvan en sevimli, en sevecen biçimleriyle oturuyor;alt bölümü, bir uçtan öbürüne, aslında en az onlar kadar sevimli eşecikler dolduruyor. Evet, hem varlık olarak kendileri sevimli, hem de yontuları.
Peki neden Saim bu güzel gözlü şirin hayvanları burada küfür gibi anmış acaba? Öfkesi, kendini bütün o hayvan kardeşlerinden üstün gören, ama onların akıllarından bile geçmeyecek aşağılık işler yapan tüysüz maymun kardeşlerine, insanlara; ama bugün ne yazık ki kimseye insanoğluinsan diyerek hıncımızı alamıyoruz.
Sergiyi gidip görmeniz gerekiyor.
Kitaba gelince, Bilim Sanat’ın ya da başka yayıncıların bastıkları bu tür kitapların tersine, benim gözümde, benzersiz: çünkü sevgili Cengiz Bektaş, en doğru yöntemi seçmiş, oturup sayfalar dolusu bilgiçlik taslayacağına, Saim’i konuşturmuş.
Burada da en güzeli kitabı alıp okumanızdır elbet.
Ben, olsa olsa, birkaç kısa alıntı yapabileceğim.
“Daha ortaokuldayken, ben çalışmayı seviyorum, fizik olarak çalışmayı. İlkokulu bitirdim,komşumuz vardı, tenekeci Mehmet Efendi derlerdi,Boşnak’tı, ona gittim dedim ki:’Mehmet Amca beni çırak al.’ ‘Saraçoğlu Evleri’nin yapımında çalışıyordu.Okumuştu..Tenekeci dediysem, yağmur olukları, iniş boruları, baca etekleri her şey yapıyordu...Bana o kadar çok yararı oldu ki Cengiz....
Paris’te ondan öğrendiklerimin çok yararı oldu...Beni Devlet gönderdi güya Paris’e...Malzeme parası yok. 13. Bölge yıkılıyor. Ben iki tekerlekli araba bulup oradan çinkoları topladım... Hava gazında eritiyordum, suya döküyordum. Hani kurşun dökmek var ya onun gibi. Onları birleştiriyordum, heykeller yaptım onunla. Ankara’da, Mehmet İlalan ustadan öğrendim işte...Ben şimdi bakır yapıyorum ya, bakırı da ondan öğrendim. Ertesi yıl, ikinci yıl, gene onun yanında çalıştım, kendi isteğimle. O zaman da şimdiki Meclis’in damını bakırla kaplıyordu Mehmet Usta...
Çok iyi ustaydı. Ondan öğrendiğim bakır bilgilerini uyguluyorum hâlâ...Bakır nasıl kesiliyor, nasıl tavlanıyor, nasıl bükülüyor.”
“Evde yapıyorum. Evin balkonunda...Bir de bir büst yaptım.Birisine âşık oldum. Onun büstünü yaptım. O mu değil mi belli değil...O zaman anladım ki teknik meknik hiçbir şey bilmiyorum.
Bir de, şimdi aklıma geliyor bak,Sami Tandır diye Devlet Demiryolları’nda müfettiş falan bir adam vardı.Ayrılmış, tahta heykel yapıyor.Onunla tanıştım...Galatasaray’da işliği vardı...Ona da çıraklık yaptım. Ona da gittim geldim. Tahtayı çok güzel kullanıyordu.”
“Çok çiziyordum...Bir kere çizip de:’Bu oldu’ demiyordum. Hâlâ öyleyim. Çizdiğimi geliştiririm... Çizime oldu diyemem.Giderim dolaşırım, gelir gene bakarım. Sakatlıklar bulurum, değiştiririm...”
“Kavramların heykelinin ya da resminin yapılmasından yanayım. Kavram, herhangi bir kavram,benim senin beğeneceğin, seçeceğin bir kavramı biçimleştirebiliyorsam, o zaman galiba sanat yapmış oluyorum.
“Konuşulup duruyor şimdi, böyle yeni yeni lâflar ediliyor, ‘Devrim olur mu sanatta, olmaz mı?’ Olmaz olur mu? daniskası olur, olması gerekir. Devrim yoksa, yapamamışsan, o zaman sanat olmuyor ki, zanaat o.”
Gördüğünüz gibi, neyi, nasıl yapacağını iyi düşünmüş, kendini sürekli yetiştiren bir yorumcuyla karşı karşıyayız; toplumsal düzen vermese de, gerekli düşünsel-bilgisel-uygulayımsal altyapıyı kendi kendine bulabilmiş, yeteneğine eklemiş bir talihli.
Ve bu noktada, yurdumun bir an bulup yele verdiği, verdirilen deneyimi, Köy Enstitüleri olanca önemiyle gündeme geliyor: Neden Saim’ler çinkoyu, bakırı, tahtayı böyle elyordamıyla, rastlantısal olarak sağdan soldan öğrensinler? Okullarımız, hangi dalda olursa olsun, kuramla kılgıyı, hem de Usta-çırak ilişkisi içinde, hepimize eksiksiz öğretmeli.
Ee, bunun içinse, ilkin, dünyayı etkileyen, çekip çeviren insanları “ölümden para kazanmayı bırakıp, yaşamdan, yaşatmaktan mutlu olmaya” razı etmek gerekiyor; olur mu dersiniz?
Bilmiyorum; olamazsa, yeryüzünde insana gerek de kalmaz.
Bu eşsiz sergi ve kitap için önce Saim Bugay’a, sonra Nevzat Metin’le Cengiz Bektaş’a gönülden teşekkür.



Cumhuriyet, 16 Mart 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder